20 Eylül 2023 Çarşamba

 

MAVİNİN 50 TONU…

50 SHADES OF BLUE…

Mavi/blue/azul/blu/bleu/azraq/blou/ble/ma-i/blau/ao/Lan se de/ caeruleum/bloo/ko’k/şin.

Hem yaşamı hem ölümü simgeleyen renk tam da bu sebepten acı, sevinç, esaret, özgürlük, özlem gibi çok farklı duyguları taşıyor. Her kültürde illa ki yeri var, farklı simge/objelerle özdeşleştirilse de. Benzer şekilde, yine, bilinen her dinde kutsal mekanları bezemek için kullanılan ortak renk mavi. Eski Mısır’da kral lahitlerinin zeminleri ya da İslam dininde cami içi süslemelerde, bezemelerde baskın renk hep mavi, mesela.

Yıllardır her gittiğim ülkede ilk sorduğum yerel dilde mavi kelimesini nasıl söyledikleridir. Portekizcesi ‘azul.’ Hatta seramiğe azulejos dendiğini öğrendiğimde hah demiştim, 13.yüzyılda ilk kullanımından beri en yoğun kullanılan mavi-beyaz desenli seramikler yüzünden bu isim verilmiş olmalı. Kelimenin kökenine bakıp da seramiğin (azulejo), Arapça azzelij (küçük cilalı taş) kelimesinden geldiğini öğrendiğimde ise teoremim boşa çıktı diye hayal kırıklığına uğradım, ruhuma mavi bir hüzün çöktü 😊 Şimdilerde, kime Portekiz seramikleri ile ilgili öğrendiklerimi anlatsam bu teoremi de araya sıkıştırıyorum, belki yalanıma inanan artar da gerçek olur umuduyla😊 Beyaz yalan oluyor da mavisi niye olmasın? Pekala beyaz yalan üzmemek için, mavisi de mutlu olmak için kullanılabilir.

Portekiz’de mavi tonlarca! (hem farklı ton, hem de çokça görülme anlamında).

Ülkeye taşınma kararı verdiğimde kiraladığım evin penceresinden görüp de ilk vurulduğum mavi Tejo nehrinin mavisi oldu. Benim manzaram nehrin okyanusa açılan son düzlüğü ve nehir demeye bin şahit ister. Adeta deniz! İspanya’dan doğup Portekiz’den geçip Atlas Okyanusu’na dökülen Tejo (Tagus) nehri İber yarımadasının en büyüğü. Gördüğüm en mavi, en geniş ve en uzun nehir. 1.038 kilometre. Nehrin 47 kilometresi Ispanya ve Portekiz arasında doğal sınır görevi görse da her 2 ülkeyi su kardeşi yapıyor, ayırıcı değil birleştirici mavi rolünü daha seviyoruz.

Zaten sınır dediğin nedir ki? Atla Portekiz’den Tejo nehrinin karşı yakası İspanya’ya, kahve Portekiz malı. Ya da hop tam tersine zıpla, jamonlar (hamon diye okunuyor) İspanyol 😊

Portekiz, okyanus kıyısı 832 kilometre olan bir ülke. Batı ve Güney sınırı Atlas Okyanusu ile kaplı. Haa, tabii bir de okyanusun içinde adaları var, Madeira ve Azorlar (takım adaları). Hal böyle olunca uçsuz bucaksız her tondan mavi görüyoruz ülkede, nereden ve hangi mevsim bakarsak. Hem suda hem havada. Sadece en büyük şehir ve başkent Lizbon’da, nehrin güney yakasındaki okyanus kıyısının uzunluğu 60 kilometre. Hani Tarkan şarkıyı burda yazsa sözler kesin ‘Bak, bak, bak, bak, do-ya-ma-dım!’ olurdu.


Bu arada söylemeden de geçemem: Ege mavisinin gönlümde yeri başka, o benim ilk göz mavim.

Geçen kış, yerleşme telaşlarım biter bitmez, ilkbahar ve yazı beklemeden bol bol mavi avına çıktım – ne de olsa ülkede kış yok, uzun sonbahar yaşanıyor - okyanus kenarı keyif noktaları keşfetmeye başladım:

Lizbon metropol bölgesinde görüp de en etkilendiğim mavilikler Setubal’dan Sesimbra’ya kadar olan tüm engin okyanus, Cascais’ten kuzeye giden kıyı hattı ve Ericeria oldu.   

Sesimbra’ya giderken çam ormanlarının kenarından geçip Marmaris’e kavuştum gibi geldi. Cascais’ten ilerisi vahşi! Uçurum kenarından maviye bakıp dalmak çok başka bir his! Ericeria’da sadece suya değil binaların tertemiz beyaz boyalarına renk veren mavisine de bayıldım.





Bu arada, okyanus haliyle soğuk, hatta buzzzz mavisi😊 Soğuk su seven beni bile zaman zaman titretiyor. Yaz aylarında kesintisiz 45 dakika suda kaldım diye benim yerime arkadaşlarım üşüdü. Durup durup, ya hareket ediyor mu, donmuş olmasın diye hafif tedirgin beni izlemişler. Oysa ben mavi okyanus içinde, uzak mavi ufka ve açık mavi gökyüzüne ve bulut oyunlarına bakıp ne hayaller kuruyordum 😊 Eylül ayında yüzme sürem uzadı, ne de olsa su(buz) ısınıyor. (Bir de tabii sahiller tenhalaştı, sahil keyfi katlandı)

Portekiz bir okyanus ülkesi. Su sadece keyif için değil ticaret için de önemli. Ve tabii turizm için de. Lizbon’da Ocenario isimli bir dev akvaryum var, Avrupa’nın en büyüğü. Hatta sanırım dünyada da ilk 3 içinde. Buna ek olarak bir de Aquario Vasco da Gama diye bir yer var ki 7den 70e herkesin ilgisini çekiyor. Giriş bileti paralı. Hoş bir durum var ama: Adının içinde ‘mar (deniz)’ kelimesi geçenlere giriş ücretsiz. Mesela, Mar-ia, Mar-garita, ya da Mar-k ise adınız elinizi kolunuzu sallayarak girebilirsiniz. E peki, ya Deniz ise? Sayılmaz mı? Bakalım, yeğenim Deniz geliyor yakında, gidip soralım 😊

Hani mavi renkli yiyecek yok ya maviye doymanın yolu kokusunu içine çekmek. Mavi yenmez, yutulur. O yüzden, bolca gün doğumu ve gün batımı geçirdim okyanus kenarında Portekiz’deki ilk senemde.

Tabii, mavi deyince akla ilk gelen okyanus ve gökyüzü olsa da seramikleri ve mavi boyalı duvarlar ve pancurları da yabana atamayız.


Eylül ayıyla birlikte Lizbon’da duvarlarda şahane kadın görselleri görmeye başladım. Şehrin farklı noktalarında mavi seramik desenleri ile çarpıcı kadın portreleri. Her çalışmanın yanında da sanatçının adı yine bir seramik üstüne kondurulmuş. Bu aralar, hazine avcılığı yapar gibi şehirde Bastien Tomasini’nin çalışamalarını bulup izlemeye çalışıyorum. Eserlerini, ‘Ogringo’ takma adıyla imzalayan sanatçının tüm eserlerini ogringo.75 isimli Instagram hesabından takip etmek de mümkün. Kadın figürlerini ‘Ela’ (Kadın) ve erkek desenlerini ‘Ele’ (Erkek) adıyla sergiliyor. Aslen Fransız olan sanatçı 1988 Nice doğumlu. Ela kelimesini ilk okuduğumda ‘aaa dedim ne güzel kadına bir Türk ismi vermiş!’ Hemen akabinde ‘ele (erkek)’ figürünü görünce, ah dedim Mehlika, belli ki Türkiye’yi özledin! 😊 (Bu arada, yeri geldi çıtlatayım: Bir sonraki yazımın konusu Türkçe ve Portekizcedeki ortak kelimeler. Öyle çok ki!)




Tomasini’nin eserleri bu ara Lizbon’da Ulusal Seramik Müzesinde (Museu Nacional do Azulejos) sergileniyor. Serginin ismi: ‘Esperança alem do Horizonte’ (Ufkun ötesindeki Umut). Lizbon’u seyahate gelenlere Ulusal Seramik Müzesini görmelerini ısrarla öneriyorum. Böylece hem süreli sergileri görme hem de Portekiz tarihinde seramiklerin – desenler ve renkler ile - kullanımını öğrenme şansını yakalayacaksınız. Müzenin kafeteryasının şahane bahçesinde kahve ve kitap keyfi yapmak da bonusunuz olacak.

Mavinin hüznünü de derinden yaşadık yaz başında, malesef. Nisan ayında göreve başlayan Büyükelçimiz Murat Karagöz ani bir kalp krizi sonucu Temmuz başında hayatını kaybetti. Sevdiği mavi sularda yüzerken. Çok kısa bir tanışıklığa rağmen başta Portekiz’deki Türkler olmak üzere herkes çok üzüldü.

Bugün Portekiz’e geleli tam 1 sene oldu (21 Eylül). Hani dedim ya okyanus kıyılarında geçti ilk senem, Ericeria’da gezerken kıyı boyunca bir ‘şiir yolu’na rast geldim. 8 manzara noktası var, durup okyanusu, gökyüzünü ve ufku izlemek için. Her bir durağa Fernando Pessoa’nın bir şiiri yazılmış.

Yeni bir yola çıkmasam bu şiirleri bu manzaraya bakarak okuyamazdım, o yüzden okyanusa bakarak Portekizcesini okuduğum Pessoa şiirlerinden birini Türkçe çevirisini size aktarıyorum; başta mavi olmak üzere rengarenk duygular çağrıştırsın dileğimle...

‘Yola Çıkmak

Yola çıkmak! Yitirmek ülkeleri!
Bir başkası olmak süresiz,
Yalnız görmek için yaşamaktır
Köksüz bir ruhu olmak!

Kimseye ait olmamak, kendime bile!
Durmadan gitmek, sonu olmayan
Bir yokluğun peşinde
Ve ona ulaşma isteği içinde!

Böyle yola çıkmaktır yolculuk.
Ama ben açık bir yol düşünden öte,
Bir şeye gerek duymuyorum yolculuğumda.
Gerisi sadece gök ve toprak.’

21 Eylül 2023

Lizbon, Portekiz

28 Temmuz 2023 Cuma

 

SOKAK

(Uzun) Bir aradan sonra...

Şubat 2023ün ilk günlerinde paylaştığım son yazıdan sonra aslında arka arkaya birkaç yazı daha koymak hevesinde idim.

Sonra...

6 Şubat 2023 sabaha karşı Kahramanmaraş ve Hatay merkezli depremlerin haberi geldi, nice canlar ve anılar yitti. Kalanlar da topluca bitkisel hayata girdik. Bırakın yazmayı, nefes almak zordu, suçtu. Çok şey hissedip hiçbir şey söyleyemedik, yazamadık. Yeni yeni kalem oynatıp klavyeye dokunabiliyorum/z.

Aslında ne çok şey oldu depremden bugüne. Lizbon’da/Portekiz’de yeni keşiflerim, deneyimlerim... Nereden başlasam, nasıl anlatsam diye mırıldanıp Özkan Uğur’a şarkıları ile hissettirdikleri için bir teşekkür gönderip sokakları anlatayım bu yazıda, sokak iyi gelir hepimize.

Lizbon’u yaşadıkça daha çok seviyorum. Sokakların bunda rolü çok. Oldum olası sokak çocuğuyum zaten. Lizbon’da (ve Portekiz’de) sokaklardaki detaylar öyle mutlu ediyor ve öyle çeşitli ki eve girmemek için sebep çok. Portekiz mimarisi, kaldırımlar, günlük yaşama ve kültüre dair ipuçları veren insan manzaraları, sokak satıcıları heykeller, bina cephelerindeki devasa görseller, görsel şovun yanısıra çevresel mesajlar veren ‘Trash-art’, ve niceleri...

Her şehirde kabloların, tesisatların saklandığı kutu-dolaplar olur ve modern şehir hayatı için mecburidir. Genelde sokağın çirkinleştiren açık renkte dolaplardır bunlar ve her daim kirlidir. Portekiz’de bu dolapların üstünde sokak sanatı var. Hatta Setubal, Porto gibi şehirlerde ekstra özen gösterildiğini farketmemek mümkün değil. Kaba saba, su sayaçlarını saklayan bir dolabı renkli, zaman zaman absürd, ve vahşi/komik görsellerle donatarak sokağı şenlendiriyorlar. Hepsine bir karakter yüklenmiş gibi. Öyle güzel ki! Bazen gülümsetiyor, bazen durup detaylı bakmanıza sebep oluyor. Nasıldı Setubal diye soranlara, valla işte, günün yarısı su ve elektrik kablosu dolapları ve doğalgaz sayaçlarının kutularını seyretmekle geçti diyorum, iyi misin der gibi bakıyorlar. Taa ki, çektiğim fotoğrafları gösterene kadar!




Sokaklardaki bir diğer görsel şölen: Trash-art. Ülkenin alameti farikalarından. Sosyal medyada sıkça paylaşılan en meşhur eserlerin yaratıcısı Artur Bordalo. Bordalo II (Bordalo segundo, ya da bizim deyimimizle Sultan 2. Bordalo 😊) olarak tanınan sanatçı 1987 Lizbon doğumlu. Eserlerine Trash-art (çöp sanatı) denmesinin sebebi sokaktaki çöpleri malzeme olarak kullanması. Bu çöplerle binaların duvarlarına (ve bazen de heykel gibi sokağın ortasına) dikkat çekici ve devasa hayvan görselleri inşa ediyor ve nesli tükenen hayvanlara ve artan hava ve çevre kirliliğine dikkat çekmeye çalışıyor.

En bilinen eseri Porto şehrinin kıyısından geçen Douro nehrinin karşı yakasıdaki Via Nova de Gaia şehrindeki tavşan. Bir binanın köşesine boylu boyunca giydirilmiş bu devasa tavşana her baktğımda Alice Harikalar Diyarı’nda olduğumu düşünüyorum, boyut değiştiriyorum.

Lizbon’da benim şimdiye kadar gördüğüm eserleri ise: Bastardo’daki Yengeç, LX Factory’deki Yabanarısı, Belem’deki Büyük Rakun, ve Pelikanlar. Bunun dışında bir de Vaşak varmış, peşindeyim. Ülkenin hemen hemen her bölgesinde eserlerini görmek mümkün. Coimbra’daki Baykuş’un fotoğrafını görür görmez, mesela, oraya seyahat planladım. Sırf bu eserleri görmek için ülkeyi karış karış gezmeye hevesim arttı. Bu arada, nasılsa toplayıp şahane işler yapıyormuş Bordalo diye çöplerinizi sokağa atmaya kalkmayın gezerken, bozuşuruz!








Portekizlilere çabucak ısınmamın en önemli sebeplerinden biri her daim yardımcı olmaya çalışan halleri, ve mutluluklarını yansıtmaları. Sokağı yaşamayı ve sokakta yaşamayı sevmeleri de hoşuma gidiyor, saklayamam.

Sokaklarda gezerken aslında Portekiz kültürüne dair ne çok şey öğreniyor insan. Yani hem çok gezip hem çok okuyacaksın, ayırt etmeyeceksin, merak ikisinden de besleniyor 😊

Mesela 18 Mayıs sabahı Bordalo Pinheiro Müzesine gitmek için yürürken sokakta küçük demetler halinde kır çiçeği satanlara rastladım. Şimdiye kadar hiç gözüme çarpmamıştı bu kadar çiçek satıcısı yolda. Öyle hani çok albenili bir görüntüsü de yoktu demetlerin ama kimi görsem alıyordu bu küçük ve birbirine çok benzeyen buketleri. Neredeyse her köşe başında görünce merak ettim, okudum. Meğersem bu sene 18 Mayıs ‘Dia da Espiga (Buğday Günü)’ günü imiş burda. Her sene, Paskalya gününden 40 gün sonraki ilk Perşembe kutlanırmış, illa Perşembe! Sokaklarda satılan çiçek demetlerinin de anlamı varmış.

Demetler buğday başağı, asma yaprağı, papatya, biberiye, zeytin dalı ve gelincikten oluşurmuş. Başak (espiga) refahı, asma yaprağı (videira) eğlenceyi, papatya (malmequer) şansı, biberiye (alecrim) sağlığı, zeytin dalı (oliveira) barışı ve gelincikler (papoila) aşkı temsil edermiş.


Ne güzel bir bahar karşılaması! Bu arada, Portekizliler kıymet bilen ve tutumlu insanlar. Aldıkları demetleri kurutup tam 1 sene tüm dilekleri ve umutları evlerinde bu demetlerde saklıyorlar, her sene Paskalya sonrası tazelenmek üzere.

Ülke değiştirince ne kadar yolunda gitse de yerleşmeye dair işler ilk zamanlar bir deplasman hissi yaşıyorsunuz. Bunca yıldır her hafta/ay iş ve kendi merakım sayesinde farklı farklı ülkelere çok sık seyahat ettiğim için farklı sistemlere alışık olsam da ben de bu hislerden payıma düşeni aldım. Tabii bunda dili bilmemenin de etkisi oluyor. Her ne kadar Lizbon’da aklınıza gelebilecek her meslek grubundan hemen hemen herkes çok iyi seviyede İngilizce konuşuyorsa da... (2022 EPI indeksine göre resmi dili İngilizce olmayıp da İngilizce bilme oranı en yüksek 9. ülke canım Portekiz, alkışları sakınmayalım! Ekonomisi ve eğitim sistemi ile övünen Almanya’dan bir üstte sıralamada.)

Hani geldiğimden beri işlerim hep rast gitti diyorum ya, şansım dil öğrenme konusunda da yaver gitti. Portekiz devleti, ülkeye gelip yerleşen yabancılara ücretsiz dil eğitimi veriyor. Programın adı da hoş: ‘Portekiz diline hoşgeldiniz,’ kısaca PLA (Portugues Lingua de Acolhimento). Ülke genelinde programın uygulandığı devlet okullarında bu programa kayıt olup hakkını verirseniz 4-5 aylık bir eğitim sonrası A2 seviyesine gelmeniz ve sınavı geçip devlet onaylı sertifikanızı almanız mümkün. Genelde Eylül döneminde başlıyor okul. Şansıma bu sene evime sadece 7 dakika yürüme mesafesindeki okulda (ki Eylül 2023 dönemi için kayıt yaptırmıştım) ara dönemde (Şubat 2023) sınıf açıldı. Okula gitmek ve dili öğrenmeye başlamak hem deplasmanda olma hissimi azalttı hem de kültürü öğrenme hızımı artırdı.

Bu arada, Portekizliler sokakta yaşamayı seviyor dedik ya sokak festivalleri de ayrı bir yazı konusu. Bir Santos Festivali var, tüm Haziran ayı her yer festival coşkusu! Mayıs ayı boyunca sokakları festivallere hazırladılar. Bir başka yazıda daha detaylı anlatırım Santos’u, ama mangal kokusu eşliğinde sokak konserleri, sergileri ile yaşanıyor diye özetleyebilirim. Mangal sardalya için tabii 😊 Haziran ayıyla yani Santos’la birlikte sardalya mevsimi de başlıyor. Hem restoranlarda hem sokaklarda mangalda kömür ateşinde pişmiş ve ekmek üstünde servis edilen sardalyalar okyanus kıyısında bir ülkenin yaşamından ipuçları veriyor. Okuldaki öğretmenim sardalya yemek için en iyi zamanın içinde ‘S’ harfi geçen aylar olduğunu söyledi. Bakalım, Haziran’da bol bol yedik, Ağustos (Agosto) ve Eylül (Setembro)’da karşılaştırma yaparız. 😊

Doğa ile içiçe yaşayan kültürlerine bir örnek daha verelim:

Lizbon’da Aziz Antonio (Santo Antonio) günü 12-13 Haziran’da kutlanıyor. 12 Haziran gün batımında şehrin en geniş ve tanınan caddesi Avenida da Liberdade araç trafiğine kapatılmış şekilde bir geçit törenine ev sahipliği yapıyor. Geçit törenini beklerken bu sefer dikkatimi küçük saksılarda satılan fesleğenler çekti. Bir yandan da içki sponsoru Sardes firması fesleğeni temsilen kıvırcık yeşil peruk şeklinde şapkalar dağıtıyordu. Dia da Espiga gününden deneyimli olduğum için neymiş bu fesleğenin hikayesi diye hemen okudum:

Meğerse bizim(!) Aziz Antonio gençleri evlendirmeye pek meraklı imiş. Evlenmek isteyen erkek sevdiği kadına saksı ile fesleğen hediye etsin, kadın o fesleğene bir sene gözü gibi bakarsa ilişkiyi de sahiplenir diye bir ritüel yaratmış. Her sene Aziz Antonio gününde toplu nikahlar yapılıyormuş. Hatta geçit töreni bu çiftlerin gelinlik ve damatlıkları ile Avenida da Liberdade (Özgürlük Caddesi) boyunca yürüyüşleri ile başlıyor.

Her şey sokakta yaşamak için! 😊

Bunca etkinliğin içinde Lizbon’da Haziran ayını sevmemin sebebi bambaşka: Mayıs ayında çiçeklenmeye başlayıp şehri lila rengi bir fırçayla boyayan jakaranda ağaçları beni benden aldı. Bilgisayar başındaki tüm işlerimi sokakta yaptım. Öyle güzel, öyle büyülü idi. Mayıs ve Haziran’da bu şehirde aşk başkadır, rengi liladır.



Bu arada, hani dedim ya Şubat’tan bu yana aslında ne çok şey yaşandı! 2 yıl geçerli oturum kartımı aldım, Tejo nehrini gün doğumu ve gün batımı saatlerinde izlerken üzerinde yelken yapmaya başladım, kardeşlerim Barış & Didem ve yeğenim Mira gelip yeni şehrimi/evimi/hayatımı gördü, Madrid’de görev yapmış arkadaşım Ersel geldi, onunla kite sörf yapılan sahilleri keşfettim.

Yaşadıkça daha da sevdiğim Lizbon’u yaşamımda değer verdiklerimle keşfetmenin tadı da bir başka. Çünkü her gelenin merakları ve ilgi alanlarıyla ben de şehirde ve ülkede başka detaylar keşfediyorum aslında.

Sokak bana hep iyi gelmiştir. Nerde ve hangi halde olursam olayım… Lizbon’da ve Portekiz’de sokaklar yaz dönemindeki onca etkinliğe, turist kalabalığına ve harekete rağmen beni sakinleştiriyor, dingin ve huzurlu olmamı sağlıyor, gülümsetiyor.

2023’te adım atılmamış sokak kalmasın Lizbon’da. Şu aşağıdaki siyah sokak kedisi gibi her deliğe girelim (kuşlara kem gözle bakan kediden gözümüzü ayırmadan tabii) 😊

Sokak çocuklarına selam olsun!

28 Temmuz 2023,

Lizbon

2 Şubat 2023 Perşembe

RÜZGAR GİBİ GEÇTİ

Rüzgarı severim; onu dinlemeyi, anlamaya çalışmayı, onla savrulmayı. Usul usul ise onla huzur bulmayı, sertse ona kapılıp yoldan çıkmayı.

Lizbon’da 4 ay (hatta biraz fazlası) hakikaten rüzgar gibi geçti. Geçerken de bulutlardan bir dolu keyif yağdı, sağanak halinde. Romantik rüzgarlar esiyor bu şehirde ve içimi coşturuyor.

Lizbon hem küçük bir şehir hem de büyük. Merkez nüfusu az (merkez nüfus 500 bin kadar, çevresi ile birlikte 3 milyon değil), bir başından diğerine mesafe -hele de İstanbul gibi bir devasa şehirle kıyaslayınca- kısa ama içindeki detaylarla, kat kat. O kadar çok kültürel etkinlik, konser, sergi, irili ufaklı müze, sanatsal ve bilim etkinliği var ki.

Müzik etkinlikleri deyince aklınıza sadece fado gelmesin ve de. Madonna 40. sanat yılını Lizbon’da da kutlamaya karar vermiş mesela; Kasım başında kendisini bekliyoruz şehrimize. Gül yerine jakaranda yaprakları döktük yollarına...(Haziran’da gelenlere şehri tamamen eflatun renkle boyayan jakaranda çiçeklerinden döküyoruz, haberiniz olsun da!)

Ülkenin sanata, sanatçıya ve bilime verdiği önemi her yerde ve hatta ilk andan itibaren görmek mümkün. Diyelim Lizbon’a ilk gelişiniz, uçaktan indiniz ve şehre metro ile gitmeye karar verdiniz. Sizi metro koridorlarının duvarlarında ülkenin her alandan sanatçıları ve bilim adamları karşılayacak, şehrin enerjisini size aktaracak. Neredeyse gerçek boyutta, yüzünüzde gülümseme bırakacak muzip tasarımlarla siyah-beyaz resmedilmişler, sokak taşları gibi. Siyah ve beyazın tüm renkleri yansıtması, yaşatması gibi. Ressam Almada Negreiros, yazar Jose Cardoso Pires, besteci Fernando Lopez Graça bunlardan bazıları. Selamlayarak girin şehrimize...

Bu arada, yeri gelmişken söylemeli hemen: Lizbon metrosu Avrupa’da gördüğüm en temiz metrolardan, ve renkli, kendine dakikalarca baktıran istasyonları var. Bir Olaias durağı var ki, işiniz olmasa da inin orda biraz duvarları ve renkleri içinize çekin, sonra yolunuza devam edin.

Aslında taksiyle de gitseniz şehre bu hissi alırsınız. Bu hafta bir arkadaşım geldi, kızı Erasmus programı ile bir dönem Lizbon’daki üniversitede okuyacak, bindiği taksi şoförünün İngilizcesi ve şehir hakkında verdiği bilgilerden öyle etkilenmiş ki!

Hadi gelin bu yazıda biraz Estrela’dan bahsedelim:

Estrela ismini ilk danışmanım Maria’dan duymuştum. Lizbon’a taşınmaya karar verdiğimde oturmak için tercih edebileceğim semtlerden biri olarak sıralamıştı. Alfama’daki evime ilk görüşte vurulduğum için Estrela bölgesini ancak taşındıktan sonra keşfe çıkabildim. Sokaklarında yürümesi keyifli bir bölge (tabii kulağımda Diana Vilarinho fadoları ile). Tejo nehrine yakın ve binaların mimarisi Portekiz’de olduğunuzu her adımda hatırlatıyor. Şehrin eski ve bir o kadar da bakımlı bölgelerinden. Yürürken kocaman bir park çıktı önüme. Hani Lizbon’da sokaklar zaten hep romantik (Bu arada Avrupa’nın en romantik şehri seçilmiş Lizbon, ortak akıl işe) de bu park da şehrin içinde yemyeşil, romantik bir başka dünya. Nasıl huzurlu, nasıl keyifli. Afrika’dan taşınmış bir ağaç var parkın orta yerinde, içinde bir papağan ailesi yaşıyor. Şimdiye kadar aynı anda 4 üyesini selamladım, belki de daha kalabalıklar. Ağaçlar, çiçekler, çocuklar için oyun alanları, heykeller, oturma alanları ile tertemiz, pek keyifli. Parkı gezmemin ertesi günü şahane bir tesadüf oldu, Cumhuriyet Gazetesinde Estrela parkını anlatan bir yazı çıktı. Keyifle okudum. Buyrun, siz de, parkın detaylarını Lizbon’da o bölgede yaşayan Ayşenur Tanrıverdi’nin profesyonel kaleminden okuyun:  Estrela’da bir gezinti (cumhuriyet.com.tr)


Sokaklarda yürürken, hani o yaşanmışlıkları merak edip duruyorum ya, canlı tanıklarından biriyle tanıştım:

Durduk yere evdeki televizyon çalışmaz oldu. Çok televizyon izleyen biri olmasam da Portekizce kanalları izleyip, dinlemek dili öğrenmem için faydalı  oluyor. Ev sahibime durumu gösteren bir video attım ama TV’de sorun olmadığını uydu kutumun bağlantısını kontrol etmemi söyleyip kestirip attı. Bir anda moralim bozuldu. Taşındığımdan beri ilk defa kendimi deplasmanda hissettim. Sonra dedim, ay aynı şey İstanbul’da başına gelse ne yapacağını biliyor musun? (Konu teknoloji ise ben arsız bir kullanıcıyım, kurmayı kurcalamayı hiç sevmiyorum) Gugıl’cım dedim evimin yakınında Samsung servisi var mı? Var dedi, sana yürüme mesafesi 10 dakika. Hemmen gittim. Dükkandakı abiye videoyu gösterdim, bi bakmamız lazım dedi Portekizce. Ama başka ne dedi anlamadım. İngilizce de bilmiyor. Baktı ben boş boş bakıyorum, bana bir isim verdi: Rogerio (nam-ı diğer 007 Roger😊). Onu ara, Ingilizce biliyor, şimdi serviste burda değil sen ona anlat dedi. Aradım, gelip bakalım dedi. Ben de yardımcı olmak istiyorum ona ya, evin adresini verirken size çok yakın filan diye yerimi tarif etmeye çalışıyorum. Rogerio gayet sakin, orası benim mahallem biliyorum o sokağı dedi atladı geldi. Bir 007 boşuna olunmuyor, her şeyi bilen kahraman! Meğersem, Rogerio tam karşımdaki apartmanda doğmuş, 40 yıl o binada yaşamış. Hatta dükkanları 10 yıl öncesine kadar komşu binanın altında imiş. Sonra işte bu bölgeler pahalanmaya, göç almaya, el değiştirmeye başlayınca dükkanı şimdiki yerine taşımışlar, kendileri de evi satıp başka bölgeye gitmişler. Hüzünlü tabii, ekonomik değişimler mahallenizi başkalarına bırakmanıza sebep oluyor. Bu arada, ev sahibim sorunumu sahiplenmedi diye üzülmüştüm ama aslında doğru yönlendirmiş. Televizyonda bir sorun yokmuş, kanal kutusundan kaynaklanmış problem. Sabah deplasmandayım hissiyle başlayan gün, vay be sokakların canlı tanığı biriyle tanıştım, yaşasın diye bitti. Ne demişler; her şerde bir hayır, her sokakta ne hatıralar vardır.

Her gelene Portekiz kültürünü anlamak için illa ki Ulusal Çini Müzesini de (Museu dos Azulejos – National Tile Museum) gezin diyorum, müzeye götürüyorum. Sadece müze değil kafesi ve bahçesi de çok keyifli. Oldum olası, müze kafelerini sevmişimdir. Burada da şimdiden müdavimi olduğum müze kafeleri var. Gülbenikan Müzesi, Azulejos Müzesi, Museu Nacional de Arquelogia ilk aklıma gelenler. Kitap okumak, Portekizce çalışmak için ideal mekanlarımdan oldular.

Gelelim dille ilgili öğrendiğim detaylardan paylaşmaya:

Dili öğrenirken ülkenin kültürü, tarihi hakkında ipucu veren kelimlerin etimolojisini de merak ediyorum haliyle. Azulejos mesela (ben hala sadece çini deyip geçemiyorum, bina süsleme sanatı diye açıklama eklemezsem haksızlık etmişim gibi geliyor).

Bir dönem çinilerde sadece mavi ve beyaz renkler kullanılmış. Azul da mavi demek. Acaba, diye uyandım bir sabah, azulejos (çini) ismi burdan mı geliyor?

Çinilerin ilk dönemlerinde daha çok geometrik desenler var. Bunun sebebi İslami dönem imiş. Sünni inancında insan ve canlıların resmedilmesi yasak olduğundan ilk zamanlardaki seramiklerde kareler, elmas şeklinde  köşeli desenler kullanılmış sadece.

16. yüzyıl ile birlikte ise Flaman ve Portekizli sanatçıların baskın etkisi ile çiçek desenleri ve dini temalar yansımaya başlamış çinilere. Bu dönemde mavi ve beyazın yanısıra sarı da baskın renklerden.

17. yüzyılın sonlarına doğru ise mavi-beyaz fayanslar hakim olmuş. Bana sabah sabah kelimenin kökenini sorduran ve acaba mavi-azul kelimesinden mi türemiş azulejos ismi teorim ise kahvemi içerken çürüdü. Çok daha eskiye dayanıyor kelimenin kökeni; kabaca “küçük taş” anlamına gelen Arapça “al-zulayj” kelimesinden türemiş. Olsun, ben azul kelimesini seviyorum, rengimiz ruhumuz, tarafımız belli; mavi. Çinilerimiz de. Teorimiz ve hayallerimiz de 😊

(Çini Müzesi’nin bahçesindeki aydınlatmalar da bu mavi-beyaz çinilerle kaplı)


Ocak ayında ablamlar geldi beni ve yeni şehrimi ziyarete. Hem şimdiye kadar öğrendiğim yerleri ve bilgileri paylaştım onlarla, hem de beraber yeni yerler/detaylar keşfettik. Ablam, eniştem ve yeğenim Deniz ile gezerken farkettim; ilk 4 ay için hiç de fena öğrenmemişim şehri. Çat pat derdimi de Portekizce anlatıyorum artık. Ablamlardan takdir aldım, bu gazla daha çok konuşur öğrenirim dili, şehri, ülkeyi. Çok detay var şehirde, keşfet dur!

Aralık ayında Kanada’daki kuzenim Yasemin ablam geldiğinde, her geleni gezdirmekten bunalacaksın demişti. Pek de öyle değil valla. Çünkü her gelen kendi ilgi alanları ile geliyor, ve ben onlarla şehirde başka detaylar öğreniyorum, kendi keşfettiklerimi paylaşırken. Tek başıma yürüsem mesela, Rua Maria Andrade sokağındaki o yüncü hayatta ilgimi çekmezdi. (www.rosapomar.com) Ama örgüye meraklı Yasemin ablam sayesinde şehrin en önemli yün dükkanını keşfettik ki yün ve dokuma çok önemli Portekiz’de. 16 yerli koyun ırkı varmış. Ülkenin yün haritasını öğrendim bu sayede, şahane desenli ve dokulu battaniyeler dokuyorlar ülkede. Evime de alacağım. Dükkanda konuyla ilgili kitaplar da satılıyor, ve örgü ve dikiş teknikleri ile ilgili kurslar da veriliyor. Ve tabii, neden süt ve süt ürünleri bu kadar lezzetli aslında buna da cevap buluyorsunuz koyunları sayarken 😊


Günler geçiyor, rüzgarlar esiyor, ve ben her sabah daha mutlu ve meraklı uyanıyorum. 2022'nin günleri bitti, 2023'e döndü.

İlk 4 ay rüzgar gibi geçti. Rüzgar gibi: Keyifli, dolu dolu, başına buyruk ve özgür...

Çok yakında görüşmek üzere...

 

Lizbon, 02.02.2023