18 Nisan 2011 Pazartesi

LALEM

Eflatun lâlem
Tam bir âlem.

Açamasın diye çok uğraştım
Neredeyse savaştım.

Hollanda’dan getirdim onu
Az kaldı havaalanında unutuyordum kutusunu.

Serin yerde beklemeliymiş dikilmeden önce
Kalorifer yaninda bekledi üç ay, bir güzelce.

Ocak ayında toprağa girmeyi umuyordu
Dikilmesi Şubat sonunu buldu.

Şiddeti ölçülemez kadar yüksek deprem yaşadı
Hedef yapınca saksısını sitenin çocukları.

Tam da kesmişken umudu bu sabah
Havaya ve her türlü engele inat
Çiçeğinin yapraklarını açtı
Günaydın, dedi, sana hayat.

Yılmadı, yorulmadı
Küsmedi, gocunmadı.

Özür olsun ona diye
Örnek aldım bugün ben de.

Eflatun kolyemi taktım
Güne öyle başladım.

13 Nisan 2011 Çarşamba

BÜYÜMEK

Sanırdım ki insan büyüdükçe gücü de büyür
Giderek güçlenir
Yaş erince otuzlara…

Oysa
İnsan daha çok ihtiyaç duyuyormuş
Yaş büyüdükçe
Ağlayacak omuzlara.

5 Nisan 2011 Salı

Ve Müzik… Ve İstanbul… Ve İlkbahar….

Istanbul’daki müzik festivallerinin lise cağlarımdan beridir sıkı takipçisiyimdir. Hatta üniversitede iken bir arkadaşımın annesi AKM’nin müdüresi olduğu için organizasyon komitelerinde çalışmış; tüm konserleri en önden –yerde oturarak da olsa- izleme şansı yakalamıştım. Bu sebepten midir bilinmez Istanbul’u ve baharı müziksiz düşünemem hiç.

Mesela sabah alışkanlığı: Evden erken çıkılır; sahil yolundan ofise kadar araba sürerken o günkü ruh haline göre bir albüm seçilir ve son ses dinlenir; zaman zaman eşlik de edilir. Çünkü İstanbul sahilleri her daim ve hava durumunda sabah erken çok güzeldir ve müziksiz olmaz.

Ya da: Ofiste çalışırken enerjin azalır; iki seçenek vardır; ya abur cubur birşeyler yiyip enerji kazanacaksın ya da müzik ruhun gıdasıdır deyip sesi açacaksın. E bahar geliyor; kiloya dikkat etmek lazım; tabii ki ikinci seçenek tercih edilir. Böylece sadece senin değil; tüm ekibin enerjisi yükselir.

Çekim etkisinden midir bilmiyorum ama arkadaş çevremde müzikle profesyonel ya da yarı-profesyonel ilgilenen birileri hep olmuştur. Yemek organizasyonu için biraraya gelinir; hop bir süre sonra biri eline gitari almıştır.

Hüzünlenilir, Boğaz’a karşı şarap şişesi ve Cesario Evora’nın sesi açılır…Heyecanlanılır, hemen sahilde bir kafede buluşulup müzik eşliğinde dostlarla kahve içilir, içindekiler dışarıya dökülür…Kafan karışır, koyarsın Keith Jarret albümünü sete, herşey düzelir. Heartland parçası, çünkü, gözlerin kapatılarak dinlenince her derde devadır…Aileni özlersin, alırsın viski kadehini eline Buika’ya eşlik edersin…Tabii tüm bu sahnelerde olmazsa olmaz İstanbul’un havası, manzarası, baharda erguvanlar ve gemi düdüğü…

Artık canım yazı yazmak isteyince nereye gideceğimi de biliyorum; Sevgili Baler’in sayfasına gidilir(www.baler.biz), onun müziklerini dinlerken hisler kağıda dökülür…