14 Ocak 2013 Pazartesi

ÜVEY EVLAT


Çocukken evlatlık olduğuma inanmıştım. Çok haklı sebeplerim vardı. Renkli gözlü bir anneanneden doğmuş beyaz tenli bir annenin hiç de esmer olmayan bir babadan yanık tenli çocuğu nasıl olurdu ki? Babamın, genleri çok baskın esmer bir babaannesinden bahsedip duruyorlardı ama bunlar çok şüpheli konuşmalardı. Üstelik eve gelen tüm misafirler, sözleşmiş gibi sürekli, diğer kardeşlerimin birbirine ne kadar benzediğini dile getirirken benim ufacık bir benzerliğimi bulmak için bile büyük çaba harcıyorlardı. Bunu sürekli duymak üzüyordu tabii ama tek tesellim üvey anne-babamın ve kardeşlerimin bana karşı iyi davranmasıydı. J Beni nerden buldunuz diye her sorduğumda babam Çingenelerden derdi!
Hadi diyelim, bu esmer babaanne teoremi doğru ve baskın gen piyangosu bana vurmuş ve fiziksel olarak da ailedeki tüm çekinik genleri almışım, karakter olarak anne ve babama benzemememi nasıl açıklayacaktık?

Bu kadar sabırlı ve anlayışlı bir annenin bu kadar fevri bir çocuğu olur muydu mesela? Kadıncağız sürekli arkamı toplamaya çalışıyor, çok bunaldığı zamanlarda belki de gerçekten hastanede başka bir bebekle karıştığımı düşünüyor olmalıydı. Her akşam kanayan dizlerime bakıp ağlarken anneme artık uslu olacağıma dair sözler veriyor, ertesi gün ilk fırsatta kendimi yalanlıyordum.
Alın bir başka kanıt daha:

Yaramazlık konusunda o kadar yaratıcıydım ki okuldan, mahalleden, düşman çete(!)lerden gelen şikayetlerin içeriği sadece annemi değil, zaman zaman birazcık benzer yönüm olduğunu düşündüğüm babamı bile hayretlere düşürüyordu. Ablam ve abimden hiç böyle şeyler görmemişlerdi. İkisi de okulda örnek öğrenci, mahallede uyumlu arkadaş olarak tanınırdı. Kardeşim deseniz o zaten herkesin maskotu bir çocuktu. Aslında bu aileye evlatlık verildiğim için şanslıydım ve şükretmeliydim, çünkü örnek bir abla ve abinin kardeşi olduğum için yaramazlıklarım okulda öğretmenlerin daha az gözüne batıyordu, çoğu zaman kardeşlerimin  hatırına affediliyordum J

8 yaşıma geldiğimde hastanede bir karışıklık yaşandığından kimsenin şüphesi kalmamıştı.

Hala ikna olmayanlar için: Bu kadar sevilen bir annenin çocuğu bu kadar kavgacı olur muydu? Annem, tüm ilişkilerini koşulsuz sevgi üzerine kurmuştu. Ailesiyle de arkadaşlarıyla da ilişkisinin merkezinde vericilik ve sevgiyle yaklaşım vardı. Ona tip ve huy olarak hiç benzemeyen çocuğuna bile bu sevgiyi gösterecek sabrı ve hoşgörüsü vardı. Onun hayali büyüttüğü kız çocuğunun zarif davranması, çiçekli etekler giyip kibar olmasıydı. Oysa ele avuca sığmayan bu baş belası kız mahallenin oğlanlarıyla çete kurup yan mahallenin çocuklarına sapan atıyordu! Kadıncağızın tek tesellesi öz kızının-ablamın- kendisine benzemiş olmasıydı.
Bu evlatlık çocuk büyüdükçe annesinden farklılıkları da büyüyor ve evlatlık oluşu iyice belirginleşiyordu. Genç kızlık dönemimdeki isyanlarım ve asi davranışlarım annemle iletişim zemini kurmamı sürekli engelliyordu.  İnatçılıklarım ve başına buyruk davranışlarım, anneme bilmediği bir tavırla nasıl başa çıkacağını öğrenmesi konusunda çok öğretici olmuştu. O yüzdendir ki her fırsatta “Çocuklarımdan öğrendiklerimi hiçbir okul ya da master bana öğretemezdi” der durur ya…
Artık üvey olduğum gerçeğini hiç süphesiz kabul etmiş ve bu gerçekle yaşamaya alışmıştım, tam bu sırada annemden yemek yapmayı öğrenmeye karar verdim.
30lu yaşlarıma başlamak üzereydim. O güne kadar mutfağa girip yumurta kırmışlığım yoktu. Annemin mutfağında yemek, kendimi bildim bileli hep bir şölen havasında hazırlanır ve sunulurdu. Michelin yıldızlı aşçılara taş çıkartacak kadar lezzetli yemekler yapan annem, sadece Türk mutfağında başarılı değildi, yeni lezzetler deneme konusunda da hep girişimciydi. Babamla birlikte malzeme satın almadan yemeği yaratıp sunmaya kadar hep bir çocuk merakı ve heyecanıyla çalışırdı. Annemin mutfağı tüm akrabaların ve arkadaşlarımızın sürekli uğramak istediği mis kokulu bir mekandı. Başlangıçta amacım annemden bu tarifleri öğrenmek, kayda geçirmek ve bu lezzetlerin nesilden nesile aktarılmasını sağlamaktı.

Oysa o paylaşımlarla birlikte çok şey değişti…
O güne kadar annemle hiçbir konuda anlaşamayan ve genellikle konuşmamayı tercih eden ben, yemekleri yaparken annemi ve kendimi tanımaya başladım. Ve aslında fırından sütlacı çıkarırken gözlerimin aynı onun gibi parladığını gördüm, çorba karıştırırken dilimi aynı onun gibi dışarı çıkarıp yandan ısırdığımı fark ettim, yeni bir zeytinyağlı tarifi denemek için aynı onun gibi gece yarısı yataktan kalkıp mutfağa girmeye başladım ve yaptığım yemekleri birilerinin tadıp da geri bildirim vermelerini beklerken aynı üvey annem gibi sağ elimi sol elimin içine  sokup parmaklarımı sıktığımı fark ettim. Ortak ne çok mimiğimiz varmış meğer. Bıçak tutuşlarımız, düşünürken dudak ısırmalarımız, acaba bu baharatı koysam tadı nasıl değişir diye sorarken burnumuzu hızlı hızlı sağa sola oynatışımız… Öz annem olabilir miydi gerçekten bu kadın?

Bir yıl boyunca her Cumartesi yaptığımız yemekler ve yeni lezzet denemeleri annemle sohbetlerimizi de koyulaştırdı. Annemin duygularını, o yemeği ilk yaparkenki kaygılarını, çocuklarını büyütürken  yaşadığı telaşları, hayattan ve yemek tariflerinden keşfettiği püf noktalarını öğrendim; bir çok konudaki fikirlerini ve anılarını dinledim, tarifler ve denemeler arasında. Ve o Cumartesiler annemi keşfetmek için sabırsızlıkla beklediğim günler haline geldi. Sonrasında beraber sinemaya gitmelerimiz başladı, bulmaca yarışmalarımız, kitap paylaşımlarımız… Sadece yaptığım yemeklerin tadı değil ben de anneme benzemeye başladım.
Ona benzedikçe daha mutlu, daha huzurlu, daha sakin, daha kararlı ve cesaretli, daha güleç bir kadın olmaya başladım. Ve anneme benzemek için daha çok çabaladım.

Sevgili Annem:  Daha öz kızın olmama çok yol var; bir sürü sivriliklerim, köşelerim, hamlıklarım, üstesinden gelmeye çalıştığım korkularım, iniş çıkışlarım; kısacası sana hiç benzemeyen bir dolu üvey taraflarım var. O yüzden daha uzun yıllar bir yere kaybolma! Kendine hep iyi bakmayı sakın erteleme, unutma!

66. doğum günün kutlu olsun Tombik Şekerim…
15 Ocak 2013
Yeniköy




11 Ocak 2013 Cuma

AŞKTAN DÖRT KÖŞE

Aşktan dört köşe oldum,
Bir kere.
Güm güm attı kalbim
Ne oldu bilemedim.

Biraz terledim, biraz utandım,
Ne yapacağımı bilemedim.
Ne olduğunu şimdi anladım,
Aşktan dört köşe olmuşum,
Meğerse.

O gün, bu gündür,
Aşık oldum,
Sevinçten
Dört köşe oldum.

Dünya bana,
Vız gelir, vız gider,
Çünkü aşığım ben.
Hiç kimse anlamaz benim derdimi,
Çünkü aşık olmadılar ki.
Çünkü hiç aşktan
Dört köşe olmadılar ki.

Deniz Hergüner
6 Ocak 2013

4 Ocak 2013 Cuma

Afrika’ya uçuş anı…


İtiraf ediyorum: Ortaokul ve lisede coğrafya derslerinden hep kopyayla geçtim. Aklım bir türlü almazdı tanımlamaları; koyak nedir, delta nasıl oluşur, hangi yarımkürede hangi deniz var, akıntıları nereden nereye olur? Ben nereden bileyim? J Ayrıca niye öğreneyim?  Canım babam, yaz tatillerimizde gezdiğimiz yerlerde sürekli bu oluşumları anlatır/ gösterirdi bana ki biraz da olsun bir şeyler girsin dağarcığıma.

Bilmediğim tanımlardan biri de ekvatordu. Ortaokulda derste çok konuşuyorum diye ceza sözlüsüne kaldırmıştı öğretmen, ve ekvator nedir diye sormuştu. Bilmiyorum cevabı sıfır demek. Bari şansımı deneyeyim deyip kutuplardaki adalara ekvator denir diye cevaplamıştım. İki gün öncesinde öyle bir konu anlatılıyordu derste sanki. İlk yıldızlı sıfırımı o sözlüden aldım J Ve o sıfırı kurtaracağım diye ekvator uzunluğunda kopya kağıdı hazırlamam gerekti!

18 Aralık 2012. Istanbul-Klimanjaro uçağındayım. Yeni bir kıta, yeni bir kültürle tanışacağım diye zaten heyecanlıyım, uyuyamıyorum. Çizgi film izliyorum. Bir anda uçağın bilgi ekranında ekvator çizgisine yöneldiğimizi gördüm. Şaka değil, birazdan o egzotik isimli çizgiden geçeceğiz, 10 günlük bir maceraya başlayacağız.

Bekle Afrika biz geliyoruz, bakalım Ekvator’dan geçince neler değişiyormuş? J