26 Nisan 2013 Cuma

TADIMLIK ANTAKYA


Ne yemeli, nerede yemeli?

Bir kere künefe kesinlikle yenmeli. Ama Yusuf Usta’da. En lezzetlisi evlerde yapılanı ama turist olarak gidince eve en yakın lezzet Yusuf Usta’da. Çınaraltı avluda masaları hep dolu. Çok tok gitmeyin, o lezzeti iyice hissetmek lazım J

Samandağ’da köylü kadınların kurduğu tandırlarda pişirilmiş biberli ekmek ve gözlemeyi yemeden dönerseniz bu yörenin hakkını vermemiş olursunuz, benden söylemesi. Çok iddialı olacağım ama Türkiye’de yediğim en lezzetli gözleme idi. Biberli ekmek acı ama, uyarayım da…

Pöç Kasabı’nda tepsi kebabı yenmeli, Hayyam Kahve’de Türk Kahvesi içilmeli, Sveyka restoranın tüm mezeleri tadılmalı. Sadece Sveyka Restoran’da yapılan vişneli köfte kebabı muhteşem bir lezzet. Benim gibi eti sade ve sossuz yemeyi tercih eden birini bile baştan çıkardı. Ama hala en favori kebabım Gaziantep’in yenidünya kebabı J

Zahter (dağ kekiği) salatasını bulduğunuz anda tabağı önünüze çekin ve kimseyle paylaşmayın J Yörede yapılan nar ekşisi ile o tad anlatılmaz, yaşanır…

Nereleri görmeli?

İlkbahar Türkiye’nin her yöresine yakışıyor, o kesin.

Hatay’a direk uçuş var.  Biz Adana’ya inip arabayla Antakya’ya geçmeyi tercih ettik. İyi ki de öyle yapmışız.

Belen-Antakya arasını karayoluyla ilkbaharda görmelisiniz. Doğa o kadar güzel ki yaklaşık 50 km lik yol dur-kalklar yüzünden 1 saatten fazla sürdü. Hafif virajlı ve inişli-çıkışlı bir yol. Bir ara bulutlardan daha yukarıda idik. Yeşil & bulut &çiçek görüntüsü mis gibi toprak ve doğa kokusuyla birleşince arabanın içinde kalmak pek mümkün olamadı.

Vakıflı Köyü çok şirin, tertemiz ve yemyeşildi. Tepede konumlandığı için köyden inerken deniz ve yeşil manzarası da çok keyifli oldu. Vakıflı, Türkiye’de kalmış tek ermeni köyüymüş. Köylü kadınların kurduğu vakfın ürettiği likörler çok lezzetli idi. Istanbul’a da getirdik.

Vakıflı köyünden dar ve doğanın içinden geçen bir yoldan ilerleyerek Musa ağacının olduğu Hıdırbey köyüne ulaşılıyor. Efsaneye gore Hz. Musa durup su içmek istediğinde asasını ağacın olduğu noktaya saplamış. Ve orda fidan bitmiş, yeşermiş. Çevresi 20 metre olan ağacın 1000-1200 yıllık olduğu tahmin ediliyor.

Titus Geçidini de mutlaka görmelisiniz. Şehre yaklaşık 25 km mesafede, tepede. Bu geçidin ve Beşikli mağaralarının insan eliyle açıldığını duyunca bizim de gözlerimiz hayretle açıldı. Doğa, bitki örtüsü ve manzara kaçmaz, kaçmamalı J

Asi nehrinin Antakya şehir merkezinden geçen kısmı özellikle akşam ışıklarıyla çok güzeldi. Şehrin içindeki park çok büyük. Sadece gezme amaçlı değil spor yapmak için de kullanılıyor.

Antakya temiz ve düzenli bir şehir. Ama en göze çarpan özelliği bence Antakyalılar J Çok kibar ve yardımclıar, mutlu ve huzurlu oldukları o kadar aşikar ki!
İnsanlar yaşamayı, güzel giyinmeyi, yemeyi ve eğlenmeyi seviyorlar. Farklı dil, din ve ırkın birarada nasıl mutlu ve uyumlu yaşayabileceğini ve bu zenginlikten nasıl beslenileceğini görüyorsunuz. Sokakta gezerken o huzuru hissediyorsunuz. Kimse kimseye dönüp bakmıyor, gençler kızlı erkekli güven içinde gezebiliyorlar. Gece 1.30da şehrin en popular barında yörenin genç kız ve erkekleri ile birlikte eğlenebildik. 

Özetle, Antakya sadece yeme-içme amaçlı değil doğa ve kültür gezisi olarak da planlanmalı. Keyifli ve Türkiye’nin genel yapısından farklılıkları olan, örnek alınacak bir profile sahip.

Tabii gidilen yöreyi orada doğmuş büyümüş birileriyle gezmek keyfi artırıyor. Istanbul'da yaşayan Antakyalı sevgili Umut ve Aytaç sayesinde Antakya gezisi bir başka güzel geçti :)

Keyifli ilkbahar gezileri diliyorum.

Yeniköy, Nisan 2013

10 Nisan 2013 Çarşamba

KAHRAMAN BABAM


Ilkokuldaydım. Şeker hastası babam en ağır tip Hepatit B, yani sarılık olmuştu. Birbirine zıt iki illet. Diyabet yüzünden şekerden ve şekerli besinlerden kaçması gerekiyor ve spor yapması, sarılıktan kurtulmak için ise şekerli şeyler yemesi ve sürekli dinlenmesi. Doktor annemi uyarmış, çok ağır safhada, hala yaşaması mucize diye. Evde yatıyordu babam. Hatırlıyorum; sarılmak, konuşmak bile yasaktı, yorulmasın diye.  Günde sadece bir kere kapıdan günaydın demeye iznimiz vardı. Bir gün annem aldı biz dört kardeşi karşısına ve babanıza veda etmelisiniz dedi. Her an kaybedebiliriz onu. Odasına girdiğimde üzüntüden konuşamadım. Ama benim canım Babam anlamıştı söylemek istediklerimi. Gitme demiştim ona, sana ihtiyacım var. Sevgine, korumana…O da gözleriyle cevap verdi bana, korkma dedi, bırakmayacağım sizi. Savaşıyorum ve yeneceğim bu illeti. Ve benim Kahraman Babam sözünü tuttu, 3 ay sonra ayağa kalktı. Ben ondan öğrendim o yaşta; söz verdin mi sevdiğin birine, sözünden dönmemeyi, her türlü zorluğa direnmeyi.

Deniz tatilindeydik. Babam birkaç arkadaşıyla birlikte tekneyle denize açılmıştı. Orta okulu bitirmeme az kalmıştı. Aklım bir karış havada gezdiğim, eğlendiğim yıllar. Akşam oldu, babamlar dönmedi. Gelirdi nasılsa. Ama sahilde bir hareket var, dayımda ve annemlerde bir telaş. Fırtına çıkmış meğerse, babamların teknesiyle iletişim kesilmiş. Sahil güvenlik iki kere aramaya gitmiş ama eli boş dönmüş. Saatler süren bekleyişten bir şey çıkmayınca dayım bizi karşısına oturttu. Bu saatten sonra umut beslememizin bizi üzeceğini anlatmaya başladı. Siz ne diyorsunuz? Babam bizi bırakıp gitmez ki! Ne yapar eder gelir…Beni sakinleştirmeye çalışırlarken sahilden sevinç çığlıkları yükseldi. Tekne dönmüştü, Kahraman Babam ve arkadaşları o yorgunluğa rağmen coşkuyla el sallıyordu bize. Inatla savaşmıştı dalgalarla. Daha ailesine veda etmemişti çünkü, öyle veda etmeden çekip gidilmezdi. Ben Kahraman Babamdan öğrendim o gün sevdiğine güvenmeyi, onu sebatla beklemeyi, sevdiğinden öyle kolay vazgeçmemeyi.

3 damarın tıkalı demiş doktoru babama. Acilen by-pass olman gerekiyor diye de eklemiş. Ameliyat riskli, başarı yüzdesi düşük. Ameliyat anına kadar bize bir şey söylemedi annemle babam. Üniversitenin 2. sınıfındaydım, tüm kardeşler öğrenciyiz. Çocuklar derslerinden geri kalmasın, süreçten etkilenmesin diye saklamışlar ameliyatı bizden. Ben o ameliyattan hiç ama hiç korkmadım. Çünkü benim babam bir kahraman! Hastalıklarla savaştan hep galip çıkan... Dimdik girdi, dimdik çıktı babam o ameliyattan. O zaman öğrendim Kahraman Babamdan inat etmenin amacın iyiyse kötü birşey olmadığını, her zaman her durumda önce kendine güvenmeyi.

Iki sene önce yazlıkta tansiyonu ani düşmüş babamın, yere yığılmış, kafasını sertçe çarpmış. Annem acilen ambulans çağırmış, hastaneye gitmişler. Yolda nabzı durmuş babamın. Annem elini sıkıca tutuyormuş ve nabzı gittiğinde bile bırakmamış elini. Ona güç vermeye devam etmiş. Veee Kahraman Babam’ın kalbi bir süre sonra yeniden atmaya başlamış. Biz babam yeniden nefes almaya başladıktan sonra öğrendik bu olayı. O an öğrendim kahramanların mucizeler de yaratabileceğini ve sadece sevgiyle bu gücü ortaya çıkarabildiklerini.

Geçen hafta ailemi görmek için Ankara’ya gittim. Babam alacaktı beni, onun yerine kardeşim geldi karşılamaya, eşi ve kızıyla. Şaşırmadım, kardeşim sürpriz yaptı diye sevindim hatta. Aldılar beni, annemlere gittik. Babam evde yoktu. Nerde dedim? Hastanede dediler. Bazı testler yapılıyormuş. Haberim olmadığı için, korktum önce. Kalbim sıkıştı babam eve dönünceye kadar bi haylice. Eve girerken gözüne baktım sorar bir şekilde. Göz kırptı kahramanım bana, merak etme dercesine. Hiç niyetim yok daha bırakıp da sizleri gitmeye. Koy hadi viskimizi yudumlayalım, keyfimize bakalım. Derin bir nefes aldım. Ve o an anladım ben büyüdüm ama hala Kahraman Babamın korumasına ve şefkatine muhtacım.

Benim Babam bir kahraman.
Canım Babam.
Kahramanım Babam…

Yeniköy
Nisan 2013