13 Kasım 2015 Cuma

AL(A)-MANYA


Almanya’da bugüne kadar sadece Frankfurt, Bremen ve Münih şehirlerini görmüşlüğüm var. O da yüzeysel bir şekilde. Nedendir bilinmez (belki de güçlü sanayisi ve bildiğim markaların yarattığı çağrışımlardan) Almanya deyince aklıma hep gayet mekanik görüntülü sanayi şehirleri, uzay çağı mimarili binaların olduğu bir ülke görüntüsü geliyordu. O sebeptendir ki şimdiye kadar bu ülkeye gezi planı yapmamıştım.

Heveslenip gitmem için en can dostlarımdan birinin Frankfurt’a taşınması gerekti. Gidip bir yerinde ziyaret edelim, bakalım keyfi yerinde mi dedik. Ama tabii yurtdışına çıkınca arabayla yol yapmak, ve bilmediğim yollarda kaybolmak fikri her zaman cazip geldiğinden çevrede nerelere direksiyon çevirebiliriz diye hemen araştırmacı ruhumuz da devreye girdi.

Nursero’nun şimdiye kadar ziyaret ettiği  ve görmemi istediği birkaç yer vardı. Alman iş arkadaşım Christian da saolsun, önerilerini paylaştı.  Listeyi yapıyoruz, ama içimde hep ‘Aman ne olacak sonuçta Almanya, ne kadar değişik yer görebiliriz ki’ yargısı var!

Hadi bakalım, 3 günlüğüne Alamancıyız J

Birinci gün gördüğümüz şehirler sırasıyla Könninstein, Wiesbaden, Rüdesheim ve Koblenz oldu. Allahım o nasıl bir doğa! Bir kere zamanlama çok doğru olmuş, Kasım ayının en keyifli haftasonunu seçmişiz. Hava gezmek için ideal sıcaklıkta. Tüm doğa sonbahar renklerine bürünmüş. Belki 1 hafta sonra gelsek ağaçların çoğu yapraklarını dökmüş olacaktı.

Gelelim itiraflara: Ben Almanya’da şehirler arasında bu kadar güzel bir doğa olduğunu bilmiyordum. Aynı şekilde, Almanya’da bu bölgede bağcılık yapıldığından haberim bile yoktu. Koblenz’e giderken solda Rhein nehri, sağda tepelerin üzerinde sapsarı olmuş bağların görüntüsü tek kelime ile muhteşemdi. Yol çalışmalarından dolayı zaman zaman tepelere doğru yoldan sapınca gördüğümüz manzaralar ve renkler ise bir başka güzeldi. O anda plan yapıldı: Seneye Kasım başı üzüm bağlarının yoğun olduğu bir bölgeye seyahat yapılacak, kesin! Bu sarı başka bir sarı, görülmeli, içinize çekilmeli.

Yolda giderken iki tarafı ağaçlıklı bir yoldan geçerken esen rüzgarla rengarenk bir yaprak sağanağına rastlamamız da seyahatin tarifsiz anlarından biri oldu. O an hissettiklerimi anlatamıyorum.

İlk gün gördüğümüz şehirlerle ilgili de birkaç not ekleyeyim: Könningstein, adından da anlaşılacağı üzere, tarihte kralların yerleştiği bir şehir, daha doğrusu köy. Küçük, doğanın içinde kurulmuş, zarif bir şehir. Uzay teknolojili binalar filan yok. Gayet güzel ve sade.

Wiesbaden, Hessen eyaletinin başkenti. İkinci dünya savaşında ağır bombardımana tutulduğu için çok yara almış, ama hemen sonrasında orjinaline uygun şekilde yeniden yapılandırılmış. Evet doğru söylüyorsunuz, Dostoyevski’nin Kumarbaz isimli romanındaki şehir burası.

Rüdesheim’dan Koblenz’e doğru yola çıkarken navigasyonumuz Tomtom yine karıştırdı, bizi çıkmaz yola soktu diye söylenirken önümüze bir film sahnesi çıktı. Daracık bir yol (geniş bir araçla geçemeyeceğiniz kadar), sonunda bir bariyer ve önünde tren rayları. Tam biz ordan geçerken tren geçmek üzere olduğu için bariyer inikti, ve kapana kısılmış bir şekilde trenin geçip bariyerlerin kalkmasını bekledik. Sonra da rayları 90 derece keserek karşı yola geçtik. Sahnede bir sis eksikti! J

Koblenz isminin kökeni Latince Confluentes’ten gelmekte ve bir araya akmak anlamında imiş. Bu şehirde Moselle ve Ren nehirleri birbirine kavuşuyor. Biz kavuşmanın olduğu noktayı göremedik ama ne yazık ki, şehre vardığımızda çoktan hava kararmıştı çünkü.

İkinci gün, sabah erkenden piknik sepetimizi hazırladık, Heilderberg’e doğru yola çıktık. Unutmadan söylemeliyim, her zaman olduğu gibi Tomtom’a bizi götür lütfen derken otoyollardan kaçın, ne kadar dar ve doğayla bütünleşmiş yol varsa orayı takip et demeyi de unutmadık. Heilderberg’e giden yol bir önceki günün rotası kadar ruhumuzu taşırmasa da yine de güzel ve keyifli idi.

Heilderberg, güneybatı  Almanya’da yer alan ve Almanya’nın en eski üniversitesinin bulunduğu bir şehir. Şehri Neckar nehri ikiye bölüyor; Almanya’nın en romantik kenti (Wege der Romantik) olarak da anılıyor. Şehrin en meşhur caddesi olan Hauptsrasse 1,5 kilometrelik uzunluğuyla Avrupa’nın yayalar için ayrılmış en uzun caddesi ünvanına sahip. İkinci Dünya Savaşından kendini korumuş bir şehir burası.  Heilderberg, matbaa ve baskı makinalarıyla meşhur.  Bir zamanlar en iyi matbaa makinaları bu şehirde yapılmış.

Burda çok zaman geçirince planladığımız diğer şehirleri pas geçmek durumunda kaldık. Köy yollarından Frankfurt’a doğru yol alırken iyi ki mola verelim diye köyün birinde yerel birine yol sormuşuz. Sorduğumuz teyze bizi şehrin merkezine yönlendirince muhteşem bir doğa ve parka ulaştık. Bu arada, bize yol gösteren teyzeden de bahsetmeden geçemeyeceğim: Pırıl pırıl giyinmiş, dudağında ruju, arabasını kendi başına kullanan bir teyze. Yüz çizgileri yaşını ele veriyor, ama tabii çok merak ettik gıptayla incelediğimiz bu teyzenin tam yaşını.  Dayanamayıp sorduk, 86 yaşında imiş. Enerjisi, ve gözleri ben gencim, 100 yaşımda da beklerim dercesineydi. Seviyorum böyle hayat dolu insanları!

Akşam Frankfurt’ta kiraladığımız arabayı Haupsbahnhof’ta park yerine bırakmamız gerekiyordu. Tabii ilk gün yola çıkıyoruz heyecanıyla otoparkın çıkışının neresi olduğunu kaydetmeyince  garın çevresinde sayısız tur atıp, yanlış parkalara girip ama her defasında çıkmayı becerip, hatta taksilerin park yerine dalıp ortalığı ufak çapta birbirine katıp, küçücük alanda 1 saatten fazla uğraşarak doğru park yerini bulduk. O an tek isteğimiz bir an önce güvenli bölge eve gidip yorganın altına girmek oldu!

Üçüncü ve son gün Frakfurt’u yaya olarak gezmeye ayırmıştım. Malum aynı gün akşam saatlerinde eve dönüş uçağım var. Siz siz olun, Frankfurt’a yolunuz düşerse şehrin içinde botanik bahçesi (Palmen Garten) tarafındaki tüm parkları görmeden dönmeyin. Müh-hiş-ti! Zaman dursun ve ben gördüğüm her ağaca sarılayım & kuru yaprakların üstüne yatıp yuvarlanayım istedim.

Özetle, sonbaharda A(la)-mancı olmak hiç de fena bir şey değilmiş...

(Kaynak-çalar: Michelin guide & wikipedia ve birkaç güngörmüş arkadaş)

Fotoğraflar: instagram: mehlikababaoglu

Yazı: Facebook/mehlikababaoglu

yaziyadoktuklerim.blogspot.com