Çocukken evlatlık olduğuma inanmıştım. Çok haklı sebeplerim
vardı. Renkli gözlü bir anneanneden doğmuş beyaz tenli bir annenin hiç de esmer
olmayan bir babadan yanık tenli çocuğu nasıl olurdu ki? Babamın, genleri çok
baskın esmer bir babaannesinden bahsedip duruyorlardı ama bunlar çok şüpheli
konuşmalardı. Üstelik eve gelen tüm misafirler, sözleşmiş gibi sürekli, diğer
kardeşlerimin birbirine ne kadar benzediğini dile getirirken benim ufacık bir
benzerliğimi bulmak için bile büyük çaba harcıyorlardı. Bunu sürekli duymak
üzüyordu tabii ama tek tesellim üvey anne-babamın ve kardeşlerimin bana karşı iyi
davranmasıydı. J Beni
nerden buldunuz diye her sorduğumda babam Çingenelerden derdi!
Hadi diyelim, bu esmer babaanne teoremi doğru ve baskın gen
piyangosu bana vurmuş ve fiziksel olarak da ailedeki tüm çekinik genleri
almışım, karakter olarak anne ve babama benzemememi nasıl açıklayacaktık?
Bu kadar sabırlı ve anlayışlı bir annenin bu kadar fevri bir
çocuğu olur muydu mesela? Kadıncağız sürekli arkamı toplamaya çalışıyor, çok
bunaldığı zamanlarda belki de gerçekten hastanede başka bir bebekle karıştığımı
düşünüyor olmalıydı. Her akşam kanayan dizlerime bakıp ağlarken anneme artık
uslu olacağıma dair sözler veriyor, ertesi gün ilk fırsatta kendimi
yalanlıyordum.
Alın bir başka kanıt daha: Yaramazlık konusunda o kadar yaratıcıydım ki okuldan, mahalleden, düşman çete(!)lerden gelen şikayetlerin içeriği sadece annemi değil, zaman zaman birazcık benzer yönüm olduğunu düşündüğüm babamı bile hayretlere düşürüyordu. Ablam ve abimden hiç böyle şeyler görmemişlerdi. İkisi de okulda örnek öğrenci, mahallede uyumlu arkadaş olarak tanınırdı. Kardeşim deseniz o zaten herkesin maskotu bir çocuktu. Aslında bu aileye evlatlık verildiğim için şanslıydım ve şükretmeliydim, çünkü örnek bir abla ve abinin kardeşi olduğum için yaramazlıklarım okulda öğretmenlerin daha az gözüne batıyordu, çoğu zaman kardeşlerimin hatırına affediliyordum J
8 yaşıma geldiğimde hastanede bir karışıklık yaşandığından kimsenin şüphesi kalmamıştı.
Hala ikna olmayanlar için: Bu kadar sevilen bir annenin çocuğu bu kadar kavgacı olur muydu? Annem, tüm ilişkilerini koşulsuz sevgi üzerine kurmuştu. Ailesiyle de arkadaşlarıyla da ilişkisinin merkezinde vericilik ve sevgiyle yaklaşım vardı. Ona tip ve huy olarak hiç benzemeyen çocuğuna bile bu sevgiyi gösterecek sabrı ve hoşgörüsü vardı. Onun hayali büyüttüğü kız çocuğunun zarif davranması, çiçekli etekler giyip kibar olmasıydı. Oysa ele avuca sığmayan bu baş belası kız mahallenin oğlanlarıyla çete kurup yan mahallenin çocuklarına sapan atıyordu! Kadıncağızın tek tesellesi öz kızının-ablamın- kendisine benzemiş olmasıydı.
Bu evlatlık çocuk büyüdükçe annesinden farklılıkları da büyüyor
ve evlatlık oluşu iyice belirginleşiyordu. Genç kızlık dönemimdeki isyanlarım
ve asi davranışlarım annemle iletişim zemini kurmamı sürekli engelliyordu. İnatçılıklarım ve başına buyruk davranışlarım,
anneme bilmediği bir tavırla nasıl başa çıkacağını öğrenmesi konusunda çok
öğretici olmuştu. O yüzdendir ki her fırsatta “Çocuklarımdan öğrendiklerimi
hiçbir okul ya da master bana öğretemezdi” der durur ya…
Artık üvey olduğum gerçeğini hiç süphesiz kabul etmiş ve bu
gerçekle yaşamaya alışmıştım, tam bu sırada annemden yemek yapmayı öğrenmeye karar verdim.
30lu yaşlarıma başlamak üzereydim. O güne kadar mutfağa
girip yumurta kırmışlığım yoktu. Annemin mutfağında yemek, kendimi bildim
bileli hep bir şölen havasında hazırlanır ve sunulurdu. Michelin yıldızlı
aşçılara taş çıkartacak kadar lezzetli yemekler yapan annem, sadece Türk
mutfağında başarılı değildi, yeni lezzetler deneme konusunda da hep
girişimciydi. Babamla birlikte malzeme satın almadan yemeği yaratıp sunmaya
kadar hep bir çocuk merakı ve heyecanıyla çalışırdı. Annemin mutfağı tüm akrabaların
ve arkadaşlarımızın sürekli uğramak istediği mis kokulu bir mekandı. Başlangıçta
amacım annemden bu tarifleri öğrenmek, kayda geçirmek ve bu lezzetlerin nesilden
nesile aktarılmasını sağlamaktı.
Oysa o paylaşımlarla birlikte çok şey değişti…
O güne kadar annemle hiçbir konuda anlaşamayan ve genellikle
konuşmamayı tercih eden ben, yemekleri yaparken annemi ve kendimi tanımaya
başladım. Ve aslında fırından sütlacı çıkarırken gözlerimin aynı onun gibi
parladığını gördüm, çorba karıştırırken dilimi aynı onun gibi dışarı çıkarıp yandan
ısırdığımı fark ettim, yeni bir zeytinyağlı tarifi denemek için aynı onun gibi
gece yarısı yataktan kalkıp mutfağa girmeye başladım ve yaptığım yemekleri
birilerinin tadıp da geri bildirim vermelerini beklerken aynı üvey annem gibi sağ
elimi sol elimin içine sokup parmaklarımı
sıktığımı fark ettim. Ortak ne çok mimiğimiz varmış meğer. Bıçak tutuşlarımız,
düşünürken dudak ısırmalarımız, acaba bu baharatı koysam tadı nasıl değişir
diye sorarken burnumuzu hızlı hızlı sağa sola oynatışımız… Öz annem olabilir
miydi gerçekten bu kadın?
Bir yıl boyunca her Cumartesi yaptığımız yemekler ve yeni
lezzet denemeleri annemle sohbetlerimizi de koyulaştırdı. Annemin duygularını,
o yemeği ilk yaparkenki kaygılarını, çocuklarını büyütürken yaşadığı telaşları, hayattan ve yemek
tariflerinden keşfettiği püf noktalarını öğrendim; bir çok konudaki fikirlerini
ve anılarını dinledim, tarifler ve denemeler arasında. Ve o Cumartesiler annemi
keşfetmek için sabırsızlıkla beklediğim günler haline geldi. Sonrasında beraber
sinemaya gitmelerimiz başladı, bulmaca yarışmalarımız, kitap paylaşımlarımız…
Sadece yaptığım yemeklerin tadı değil ben de anneme benzemeye başladım.
Ona benzedikçe daha mutlu, daha huzurlu, daha sakin, daha
kararlı ve cesaretli, daha güleç bir kadın olmaya başladım. Ve anneme benzemek
için daha çok çabaladım.Sevgili Annem: Daha öz kızın olmama çok yol var; bir sürü sivriliklerim, köşelerim, hamlıklarım, üstesinden gelmeye çalıştığım korkularım, iniş çıkışlarım; kısacası sana hiç benzemeyen bir dolu üvey taraflarım var. O yüzden daha uzun yıllar bir yere kaybolma! Kendine hep iyi bakmayı sakın erteleme, unutma!
66. doğum günün kutlu olsun Tombik Şekerim…
15 Ocak 2013
Yeniköy
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder