8 Ekim 2013 Salı

Türk’üm ben, eyvah!


Bana nerelisin dedikleri zaman “Annemle babam Kahramanmaraş’ın Elbistan ilçesinden, o yüzden sanırım oralıyım ama babamın hakim olmasından dolayı benim çocukluğum Türkiye’nin farklı il ve ilçelerinde geçti. O yüzden ben ‘her yerli hissediyorum kendimi” derim yıllardır gururla. Türk’üm yani, benim gibi “her yer’li” çok insan var kültürel açıdan zengin ülkemin toprağında. E, ne güzel, maşallah J

Liseye başlarken Manisa-Alaşehir’den Adana’ya taşınmıştık babamın tayini sebebiyle. İlk günler okuldan ağlayarak geliyordum eve; çünkü herkes “Abooooo” diye bir söz kullanıyordu. Bu insanlara n’oluyordu böyle? Anladım ki bu söz samimiyetin bir göstergesi, bu yörenin endemiği. Yıllar içinde en can dostlarım Adana’dan oldu, ben de gönülden Adanalı. Sorarsanız bana şimdi, “Adanalıyık, Allah’ın adamıyık. Abooo, şalgamı öyle kana kana içemem ama, bakarsınız bir gün o da olur J” İnşallah!

Ankara’da üniversitede okulun yurdunda kalıyordum; 4 kişilikti odamız. 404 numaralı oda, “404-İleri Seviye Hayat Dersleri” alıyorduk orda. Oda arkadaşlarım Antalyalı, Antakyalı ve Ordu-Ünyeli idi. Tam bir ülke mozaiği! Farklı bakış açılarımız vardı, başka başka hayallerimiz, değişik aile yapılarımız. Ama o 15 m2 odanın içinde mutlu ve uyumluyduk. Biz Türk’tük, farklı coğrafyalardan geldik diye ne biz ne de ailelerimiz ürktük. Bu uyumdan dolayı yurt müdiresi ailesinden ilk defa kopup köyden ya da küçük şehirden gelmiş öğrencileri bizim odaya verirdi, onları koruyalım diye. Necla o şekilde katılmıştı odamıza. Diyarbakır’da doğmuş büyümüş Kürt bir ailenin kızıydı. Şiveli Türkçe konuşurdu. Evinden, yurdundan ayrıldığı için korkaktı; içine kapanmıştı. İlk zamanlar geceleri sessizce ağlardı, anlamadığımız kendi dilinde. Hiç konuşmamıştık aramızda ama o ağladığı zaman hep uyuyor taklidi yapardık, rahat hissetsin diye. Çünkü biz bir aileydik, birbirimize oralı-buralı diye bakmadık. Hepimiz farklıydık ama aynı zamanda da aynıydık. Paramız bitip de aç kalınca hepimiz aynı şekilde uyuyamazdık, ailelerimizi özleyince aynı hüzünle yastığa baş koyardık. Bunları göre göre açıldık birbirimize; öyle öyle duygularımızı, inançlarımızı paylaştık, sevdik geldiğimiz yeni toprakları… O çakır bakışlı, Anadolu’nun toprağından kendi zekâsıyla çıkmış kız çocuğu Necla, mesela, bugün Amerika’da New York’un göbeğinde bana mısın diyene taş çıkartacak seviyede İngilizce konuşuyor. Türk’üm ben diyor, ülkesini en iyi şekilde temsil ediyor yıllardır, evellallah!

Bu çeşitlilikle beslendiğim için insan odaklı bir kariyer yapabildim, kimi sorumlulukların altından kalkabildim. Çalıştığım şirkette bir satış yarışmasını kazanmıştım. Ödül alacaktım. Sevinmiştim. Mutluluktan ağladığım ve unutamadığım an; ödülü almaya giderken 50 ülkenin önünde İstiklal Marşı’nın okunmasıydı gurbet diyarlarda. Büyürken bu topraklarda “Türk’üm, doğruyum, çalışkanım!” diyerek başlamıştım her sabaha. Bir kez daha gurur duymuştum Türk olmaktan o an. Ve vallah ve billah!

Bu ülke hepimizin, Türk’üz biz. Türkülerle dile gelir, ağıtlarla birbirimize kenetleniriz. Şive, inanç ve bakış farklılıklarımız olsa da kimse bizi bölemez, ötekileştiremez. Direniriz alimallah!

Duman’ın dediği gibi: “İnsanım dedim sana. Vazgeçer miyim söyle bana… Şerefe hepinize… Eyvallah, eyvallah!”

İstanbul, Ekim 2013

2 yorum:

  1. Ne kadar guzel anlatmissiniz. Ben de ogrencilik yillarima dondum bir anda. Guzel gunlere cok yakin oldugumuzun umidi icindeyim. Umut degil midir insani yasatan...Sevgiler...

    YanıtlaSil