2 Şubat 2023 Perşembe

RÜZGAR GİBİ GEÇTİ

Rüzgarı severim; onu dinlemeyi, anlamaya çalışmayı, onla savrulmayı. Usul usul ise onla huzur bulmayı, sertse ona kapılıp yoldan çıkmayı.

Lizbon’da 4 ay (hatta biraz fazlası) hakikaten rüzgar gibi geçti. Geçerken de bulutlardan bir dolu keyif yağdı, sağanak halinde. Romantik rüzgarlar esiyor bu şehirde ve içimi coşturuyor.

Lizbon hem küçük bir şehir hem de büyük. Merkez nüfusu az (merkez nüfus 500 bin kadar, çevresi ile birlikte 3 milyon değil), bir başından diğerine mesafe -hele de İstanbul gibi bir devasa şehirle kıyaslayınca- kısa ama içindeki detaylarla, kat kat. O kadar çok kültürel etkinlik, konser, sergi, irili ufaklı müze, sanatsal ve bilim etkinliği var ki.

Müzik etkinlikleri deyince aklınıza sadece fado gelmesin ve de. Madonna 40. sanat yılını Lizbon’da da kutlamaya karar vermiş mesela; Kasım başında kendisini bekliyoruz şehrimize. Gül yerine jakaranda yaprakları döktük yollarına...(Haziran’da gelenlere şehri tamamen eflatun renkle boyayan jakaranda çiçeklerinden döküyoruz, haberiniz olsun da!)

Ülkenin sanata, sanatçıya ve bilime verdiği önemi her yerde ve hatta ilk andan itibaren görmek mümkün. Diyelim Lizbon’a ilk gelişiniz, uçaktan indiniz ve şehre metro ile gitmeye karar verdiniz. Sizi metro koridorlarının duvarlarında ülkenin her alandan sanatçıları ve bilim adamları karşılayacak, şehrin enerjisini size aktaracak. Neredeyse gerçek boyutta, yüzünüzde gülümseme bırakacak muzip tasarımlarla siyah-beyaz resmedilmişler, sokak taşları gibi. Siyah ve beyazın tüm renkleri yansıtması, yaşatması gibi. Ressam Almada Negreiros, yazar Jose Cardoso Pires, besteci Fernando Lopez Graça bunlardan bazıları. Selamlayarak girin şehrimize...

Bu arada, yeri gelmişken söylemeli hemen: Lizbon metrosu Avrupa’da gördüğüm en temiz metrolardan, ve renkli, kendine dakikalarca baktıran istasyonları var. Bir Olaias durağı var ki, işiniz olmasa da inin orda biraz duvarları ve renkleri içinize çekin, sonra yolunuza devam edin.

Aslında taksiyle de gitseniz şehre bu hissi alırsınız. Bu hafta bir arkadaşım geldi, kızı Erasmus programı ile bir dönem Lizbon’daki üniversitede okuyacak, bindiği taksi şoförünün İngilizcesi ve şehir hakkında verdiği bilgilerden öyle etkilenmiş ki!

Hadi gelin bu yazıda biraz Estrela’dan bahsedelim:

Estrela ismini ilk danışmanım Maria’dan duymuştum. Lizbon’a taşınmaya karar verdiğimde oturmak için tercih edebileceğim semtlerden biri olarak sıralamıştı. Alfama’daki evime ilk görüşte vurulduğum için Estrela bölgesini ancak taşındıktan sonra keşfe çıkabildim. Sokaklarında yürümesi keyifli bir bölge (tabii kulağımda Diana Vilarinho fadoları ile). Tejo nehrine yakın ve binaların mimarisi Portekiz’de olduğunuzu her adımda hatırlatıyor. Şehrin eski ve bir o kadar da bakımlı bölgelerinden. Yürürken kocaman bir park çıktı önüme. Hani Lizbon’da sokaklar zaten hep romantik (Bu arada Avrupa’nın en romantik şehri seçilmiş Lizbon, ortak akıl işe) de bu park da şehrin içinde yemyeşil, romantik bir başka dünya. Nasıl huzurlu, nasıl keyifli. Afrika’dan taşınmış bir ağaç var parkın orta yerinde, içinde bir papağan ailesi yaşıyor. Şimdiye kadar aynı anda 4 üyesini selamladım, belki de daha kalabalıklar. Ağaçlar, çiçekler, çocuklar için oyun alanları, heykeller, oturma alanları ile tertemiz, pek keyifli. Parkı gezmemin ertesi günü şahane bir tesadüf oldu, Cumhuriyet Gazetesinde Estrela parkını anlatan bir yazı çıktı. Keyifle okudum. Buyrun, siz de, parkın detaylarını Lizbon’da o bölgede yaşayan Ayşenur Tanrıverdi’nin profesyonel kaleminden okuyun:  Estrela’da bir gezinti (cumhuriyet.com.tr)


Sokaklarda yürürken, hani o yaşanmışlıkları merak edip duruyorum ya, canlı tanıklarından biriyle tanıştım:

Durduk yere evdeki televizyon çalışmaz oldu. Çok televizyon izleyen biri olmasam da Portekizce kanalları izleyip, dinlemek dili öğrenmem için faydalı  oluyor. Ev sahibime durumu gösteren bir video attım ama TV’de sorun olmadığını uydu kutumun bağlantısını kontrol etmemi söyleyip kestirip attı. Bir anda moralim bozuldu. Taşındığımdan beri ilk defa kendimi deplasmanda hissettim. Sonra dedim, ay aynı şey İstanbul’da başına gelse ne yapacağını biliyor musun? (Konu teknoloji ise ben arsız bir kullanıcıyım, kurmayı kurcalamayı hiç sevmiyorum) Gugıl’cım dedim evimin yakınında Samsung servisi var mı? Var dedi, sana yürüme mesafesi 10 dakika. Hemmen gittim. Dükkandakı abiye videoyu gösterdim, bi bakmamız lazım dedi Portekizce. Ama başka ne dedi anlamadım. İngilizce de bilmiyor. Baktı ben boş boş bakıyorum, bana bir isim verdi: Rogerio (nam-ı diğer 007 Roger😊). Onu ara, Ingilizce biliyor, şimdi serviste burda değil sen ona anlat dedi. Aradım, gelip bakalım dedi. Ben de yardımcı olmak istiyorum ona ya, evin adresini verirken size çok yakın filan diye yerimi tarif etmeye çalışıyorum. Rogerio gayet sakin, orası benim mahallem biliyorum o sokağı dedi atladı geldi. Bir 007 boşuna olunmuyor, her şeyi bilen kahraman! Meğersem, Rogerio tam karşımdaki apartmanda doğmuş, 40 yıl o binada yaşamış. Hatta dükkanları 10 yıl öncesine kadar komşu binanın altında imiş. Sonra işte bu bölgeler pahalanmaya, göç almaya, el değiştirmeye başlayınca dükkanı şimdiki yerine taşımışlar, kendileri de evi satıp başka bölgeye gitmişler. Hüzünlü tabii, ekonomik değişimler mahallenizi başkalarına bırakmanıza sebep oluyor. Bu arada, ev sahibim sorunumu sahiplenmedi diye üzülmüştüm ama aslında doğru yönlendirmiş. Televizyonda bir sorun yokmuş, kanal kutusundan kaynaklanmış problem. Sabah deplasmandayım hissiyle başlayan gün, vay be sokakların canlı tanığı biriyle tanıştım, yaşasın diye bitti. Ne demişler; her şerde bir hayır, her sokakta ne hatıralar vardır.

Her gelene Portekiz kültürünü anlamak için illa ki Ulusal Çini Müzesini de (Museu dos Azulejos – National Tile Museum) gezin diyorum, müzeye götürüyorum. Sadece müze değil kafesi ve bahçesi de çok keyifli. Oldum olası, müze kafelerini sevmişimdir. Burada da şimdiden müdavimi olduğum müze kafeleri var. Gülbenikan Müzesi, Azulejos Müzesi, Museu Nacional de Arquelogia ilk aklıma gelenler. Kitap okumak, Portekizce çalışmak için ideal mekanlarımdan oldular.

Gelelim dille ilgili öğrendiğim detaylardan paylaşmaya:

Dili öğrenirken ülkenin kültürü, tarihi hakkında ipucu veren kelimlerin etimolojisini de merak ediyorum haliyle. Azulejos mesela (ben hala sadece çini deyip geçemiyorum, bina süsleme sanatı diye açıklama eklemezsem haksızlık etmişim gibi geliyor).

Bir dönem çinilerde sadece mavi ve beyaz renkler kullanılmış. Azul da mavi demek. Acaba, diye uyandım bir sabah, azulejos (çini) ismi burdan mı geliyor?

Çinilerin ilk dönemlerinde daha çok geometrik desenler var. Bunun sebebi İslami dönem imiş. Sünni inancında insan ve canlıların resmedilmesi yasak olduğundan ilk zamanlardaki seramiklerde kareler, elmas şeklinde  köşeli desenler kullanılmış sadece.

16. yüzyıl ile birlikte ise Flaman ve Portekizli sanatçıların baskın etkisi ile çiçek desenleri ve dini temalar yansımaya başlamış çinilere. Bu dönemde mavi ve beyazın yanısıra sarı da baskın renklerden.

17. yüzyılın sonlarına doğru ise mavi-beyaz fayanslar hakim olmuş. Bana sabah sabah kelimenin kökenini sorduran ve acaba mavi-azul kelimesinden mi türemiş azulejos ismi teorim ise kahvemi içerken çürüdü. Çok daha eskiye dayanıyor kelimenin kökeni; kabaca “küçük taş” anlamına gelen Arapça “al-zulayj” kelimesinden türemiş. Olsun, ben azul kelimesini seviyorum, rengimiz ruhumuz, tarafımız belli; mavi. Çinilerimiz de. Teorimiz ve hayallerimiz de 😊

(Çini Müzesi’nin bahçesindeki aydınlatmalar da bu mavi-beyaz çinilerle kaplı)


Ocak ayında ablamlar geldi beni ve yeni şehrimi ziyarete. Hem şimdiye kadar öğrendiğim yerleri ve bilgileri paylaştım onlarla, hem de beraber yeni yerler/detaylar keşfettik. Ablam, eniştem ve yeğenim Deniz ile gezerken farkettim; ilk 4 ay için hiç de fena öğrenmemişim şehri. Çat pat derdimi de Portekizce anlatıyorum artık. Ablamlardan takdir aldım, bu gazla daha çok konuşur öğrenirim dili, şehri, ülkeyi. Çok detay var şehirde, keşfet dur!

Aralık ayında Kanada’daki kuzenim Yasemin ablam geldiğinde, her geleni gezdirmekten bunalacaksın demişti. Pek de öyle değil valla. Çünkü her gelen kendi ilgi alanları ile geliyor, ve ben onlarla şehirde başka detaylar öğreniyorum, kendi keşfettiklerimi paylaşırken. Tek başıma yürüsem mesela, Rua Maria Andrade sokağındaki o yüncü hayatta ilgimi çekmezdi. (www.rosapomar.com) Ama örgüye meraklı Yasemin ablam sayesinde şehrin en önemli yün dükkanını keşfettik ki yün ve dokuma çok önemli Portekiz’de. 16 yerli koyun ırkı varmış. Ülkenin yün haritasını öğrendim bu sayede, şahane desenli ve dokulu battaniyeler dokuyorlar ülkede. Evime de alacağım. Dükkanda konuyla ilgili kitaplar da satılıyor, ve örgü ve dikiş teknikleri ile ilgili kurslar da veriliyor. Ve tabii, neden süt ve süt ürünleri bu kadar lezzetli aslında buna da cevap buluyorsunuz koyunları sayarken 😊


Günler geçiyor, rüzgarlar esiyor, ve ben her sabah daha mutlu ve meraklı uyanıyorum. 2022'nin günleri bitti, 2023'e döndü.

İlk 4 ay rüzgar gibi geçti. Rüzgar gibi: Keyifli, dolu dolu, başına buyruk ve özgür...

Çok yakında görüşmek üzere...

 

Lizbon, 02.02.2023

2 yorum: