Tamam, doğruya doğru! Almanya, can dostum Nursero oraya taşındığından beridir gözüme daha güzel geliyor. Şimdiye kadar keşfetmeye hiç heves etmediğim bu ülkeye bu yıl ikinci geziyi yaptım, iyi mi?
Annemin deyimiyle, ‘kurtluyum ben!’ Aslında her şey yol yapmak için bahane bana;)
Avrupa’da soğuk ve yağışlı geçen bir kış sonrası Nurseren
iliklerim ısınsın, su kenarı özledim dedi. Bana hadi gel Friedrichschafen’da (fridrihşafın
gibi okunuyor) buluşalım önerisini sundu. Pardon dedim, nasıl
söyleniyor o şehrin ismi, neresi orası ve nasıl ulaşacağım? Meğerse adını
söyleyemediğim bu şehre hergün direk uçuş varmış İstanbul’dan. Beni bilenler
bilir, söz konusu seyahat ise hadi dendikten sonra karar verip bilet almam
maksimum 10 dakika sürüyor.
Veee, bu konuşmadan iki hafta sonra 6 Mayıs 2016, Cuma öğlen pilot
uçağı Friedrichshafen’a sürüyor...
Hedefimizde Bodensee gölünü (göl mü deniz mi ben hala tereddütteyim
ama ) tavaf etmek var. Gitmeden birkaç blog yazısı okudum, Alman iş arkadaşım
Christian’a da danışmayı unutmadım tabii. Göl kıyısında yerleşik Lindau
kasabası için Almanya’nın Bodrum’u diyen yazılar okudum deyince, yahu dedi o
kadar yüksek beklentiyle gitme. Bana her zaman olduğu gibi anavatanında hayatı
kolaylaştıracak bir dolu ipucu, ve görecek yer tavsiyesi verdi.
Yaklaşık 3 saatlik bir uçak yolculuğu ile Almanya’nın
güneyindeki bu ismi zor kasabaya ulaştım. Uçak inişe geçtiğinde gördüğüm karlı
dağlar, ve masmavi su, üstünde gezinen beyaz yelkenliler ve mavinin çevresindeki yemyeşil
doğa içinde atılmış sarı fırça darbeleri keyifli bir haftasonunun başladığını
söylüyordu.
Havaalanı sadece belli büyüklükte uçakların inebileceği büyüklükte.
Öyle ki, uçaktan indikten sonra pasaport işlemlerini yapacağınız binaya
yürüyerek gidiyorsunuz. Küçük havaalanlarına inmeyi seviyorum; çünkü ihtiyacınız olan her servise kolayca ve
hızlı erişebiliyorsunuz. Bu sayede, uçaktan inip Nurseren’le buluşmamız ve
önceden kiraladığımız arabayı alıp yola çıkmamız sadece 30 dakika sürdü.
İlk akşamımızı geçireceğimiz
bölgede bulunan Ravensburger kasabası ilk durağımız oldu. Ravensburger ismi çocuklara
yönelik kitaplar ve eğitici oyuncaklardan dolayı bildiğim bir isimdi. Haliyle,
şehrin girişinde bu üretimin yapıldığı imalathane ve satış binası algıda
seçicilikle ilk dikkatimi çeken yerlerden biri oldu. Ravensburger
küçük ve çok sevimli bir Alman kasabası. Şehrin meydanında biraz gezinip daha sonra
kalesine yürüyerek çıkarak güneşin batışını buradan izleyebildik. Tabii uzun
zamandır görüşmediğimiz için Nurseren’le hasret gidermek için de keyifli oldu.
Gittiğimiz haftasonu Almanya’da 3 günlük tatil vardı.
Bulunduğumuz bölge o mevsimde yerli turistlerin de tercih ettiği bir yer
olmasına rağmen akşam hava kararınca sokaklarda in cin top oynuyor. Tam bir
Almanya klasiği!Kalacağımız yeri booking.com sitesinden ayarlamıştık, ancak biz 2 kişilik istediğimiz halde site bize 1 kişilik oda verince, biz de siteye güvendiğimizden bu detayı kontrol etmeyince, bunu uyumak için odaya gittiğimiz (neredeyse) gece yarısı farkedince ve diğer tüm odalar da dolu olunca aklıma arabada kim uyuyacak diye kısa çöp çekme oyunundan başka bir şey gelmedi. Ama o hayal kırıklığıyla yaratıcılığı ve ikna gücü bileylenen Nursero otel sahibini 4-5 kez telefonla taciz ettikten sonra 2 dakika yürüme mesafesinde başka bir otel buldu bize. O yaşadığı heyecanın yorgunluğundan düştü uykuya hemen, bense daha büyük bir yatakta uyuyacak olmanın mutluluğundan J
Günün öğretisi: Siz siz olun, booking.com sitesinden
aldığınız rezervasyonların detayını konfirmasyonunuz gelir gelmez inceleyin;
sitenin sicili bu konuda biraz kabarmış!
Ertesi sabah erkenden kalkıp yola çıktık: Hedefimizde Lindau kasabası, Bregenz ve Konstanz
şehirleri ve Mainau ve Reichenau adaları var.
Geçen sefer Frankfurt şehir merkezinde 37 km hızla giderken
yediğim 30 Euro cezayı hala içselleştiremediğimden olsa gerek bu sefer çok
dikkatliyim. Gerçekten, herhangi bir
köye ya da kasabaya girerken yolda 30 km hız sınırı tabelasını görüyorsunuz.
Aman diyim, dikkat edin, hiç şakaları yok!
Lindau bölgenin en turistik ve bilinen kasabası, bir liman
şehri. Şehrin içinde yürüyerek doğal bir akışla ada kısmına geçebiliyorsunuz
(hatta geçtiğinizi farketmiyorsunuz!)
Burada birkaç saat yürüyüp bir kahve içtikten sonra Tomtom’a
hadi bizi Bregenz’e götür dedik. Uslu uslu Bregenz’e vardık demeyi çok
isterdim; bütün suç o yolda gördüğümüz Bregenzerwald ve Insburg tabelasında! Doğa
bizi çağırınca hipnoz olmuş gibi aniden dağa çıkan tabelaları izlemeye
başladım. Tomtom alıştı artık, rotadan çıktın filan bile demiyor, susma hakkını
kullanıyor. Sokak çocuğu ruhumuz bizi sürekli yoldan, zavallı Tomtom’u da
çileden çıkarıyor.
İnsburg dağ yolu yemyeşildi. Koyu yeşil ve keyifli bir dağ
yolunda yaklaşık 1 saat kadar gittikten sonra Bregenzerwald’da mola verdik. Devam
etsek haftasonunun rotasını iyice saptıracağımızdan dolayı hadi dedik bu sefer
uslu olalım, yeniden Bregenz’e çevirdik direksiyonu. Bregenz’de göl kenarında yanımıza aldığımız piknik malzemelerimizle öğle yemeğimizi yedik. Bana kalsa yemeğimin yarısından fazlasını göldeki ördeklere verirdim ama Nurseren bu hayvancıkları bu şekilde beslemenin onları boğup öldürebileceğini söyleyince ufacık bir kırıntı bile bırakmadan yedim bitirdim yemeğimi.
Bu seyahatin en unutulmaz anı Bregenz’den Konstanz’a doğru
yol alırken yaşandı. Clint Eastwood’un
yönetmenliğini yaptığı ‘Bridges of Madison County’ filmini
izleyenler bu satırları okurken çok heyecanlanacaklar! Hani Clint Eastwood’la Meryl Streep’in aralarındaki çekime
yenik düşüp birbirlerini öptükleri o romantik üstü kapalı tahta-metal köprü sahnesi vardır
ya, o köprünün aynısını gördük, aynı manzara! Köprüden geçince gayri ihtiyari
birbirimize bakıp büyümüş gözlerimizle aynı şeyi haykırdık Nurseren’le: ‘Olamaz!’
Filmin bu bölgede çekilmediğinden emin olduğum için bu benzerlik karşısında çok
şaşırdık ama bir o kadar da sevindik. Arabayı durdurup bolca fotoğraf çektik.
Baktık, bekle bekle ne Clint geliyor ne Meryl; hadi bari
Konstanz’a doğru yola devam edelim dedik. Bodensee’yi kıyın kıyın gezerek
Konstanz’a vardık. Bu arada, eğer elinizde şu an bir harita varsa bu kadar yol yaparken 4 ülke geçtiğimizi de farketmiş olmalısınız: Sabah yola çıktığımızda Almanya’da idik, Insburg tabelasıyla yoldan çıktığımızda Almanya’dan çıkıp Avusturya’ya girmiştik bile; Konstanz’a giderken İsviçre ve Lihteştayn kara sularına girip çıkıp sonra yine Almanya sınırına girerek hedefe ulaştık.
Konstanz’da fazla vakit geçirmeden Çiçek Adası olarak da
adlandırılan Mainau Adası’na (Insel
Mainau) gittik. Aslında tam bir ada sayılmaz, çünkü araba geçebilecek dar
bir yolla anakaraya bağlı bir ada burası. Ulusal bir park var, ve parkın içinde
çeşit çeşit çiçekler. Biz adaya vardığımızda park kapanmak üzere idi, ve biz de
biraz –güneş altında yol yapmaktan - yorulmuştuk. O yüzden adanın içindeki
çiçekleri ve çiçeklerle yapılmış düzenlemeleri oturduğumuz kafedeki fotoğraflardan
görmeyi tercih ettik.
Orada biraz dinlenince hadi dedik buraya kadar gelmişken
Reichenau adasını da pas geçmeyelim. Yine anakaraya dar bir yolla bağlı bir
adacık burası. Almanların yazlık evlerinin bulunduğu şirin bir yer. Güzel olan
kısım adaya geçiş yolu. Sağlı sollu sazlıkların ve ağaçların arasında
gidiyorsunuz adaya geçmek için. Gittiğimize değdi!
Otelimize dönerken gölün en üst kısmına kadar çıkıp yine göl
kenarından yol aldık. Ara ara yağmur vardı, doğa manzarası daha da keyifli
oldu.
Akşam otele vardığımızda kurt gibi acıkmıştık, ama açık
hiçbir yer de kalmamıştı. Otelin restoranında ne varsa ona razı olalım dedik ya
ne iyi demişiz. Bir kuşkonmaz çorbası içtik ki nasıl leziz! Onlarda mevsiminde sıkça
bulunan beyaz kuşkonmaz ve süt kreması ile harmanlanmış ve iç çekirdekle
süslenmiş çorba en-fest-ti...E kolay mı, bir günde 4 ülkeye girdik çıktık; karnımızı doyurur doyurmaz uymuşuz.
Ertesi gün akşamüstü eve dönüş uçağım vardı. O yüzden sabah
erkenden yola düştük yine; daha fazla yer görebilelim diye. Meersburg’a doğru yol almaya başladık.
Hani uçaktan baktığımda yeşilliklerin arasında sarı renk gördüm demiştim ya, o
renk meğersem ‘raps’ diye
adlandırılan kantaron çiçeği tarlaları sayesinde imiş. Tepeden ayrı güzel,
yakından bir ayrı. Yol boyu raps tarlaları, üzüm bağları ve elma & armut
ağaçlarıyla dolu alanlar gördük. Çok güzeldi.
Meersburg şehri sıradan bir Alman kasabası. Orada çok vakit
geçirmedik. Göl kenarından son durağımız Friedrichschafen’a ulaşarak gölü tavaf
etmeyi tamamladık. Bir parantez açmadan geçmeyeyim: Friedrichschafen şehri hakkında cahil olan benmişim, şehri tüm dünya tanıyor; ilk zeplinin yapıldığı yer olarak. Bunla o kadar gurur duyuyorlar ki yer-gök zeplin şehirde. Öyle ki şehrin içinde gezerken gökyüzünde gördüğünüz zeplin sayısı kuş sayısından daha fazla, şehrin meydanına konuşlanmış kocaman bir zeplin anıtı ve müzesi de cabası.
Güney Almanya’ya gidenlerin görmeyi hedeflediği bir nokta
daha oluyor: Walt Disney’in yarattığı hayal dünyasında kullandığı kaleyi yapmadan
önce görüp esinlendiği Neuschwanstein
Kalesi. Romantik yol rotasında bulunan bu kaleyi bir başka geziye bırakmak
durumunda kaldık.
Zaman doldu, öğleden sonra ben İstanbul’a, Nurseren
Frankfurt’a; evlere dağıldık.Almanya benim için artık 1 taşla 2 kuş vurmak demek: Nursero’yla hasret gidermek ve bilmediğim yolları keşfetmek!
Yine, yeni bir yol hikayesiyle buluşmak üzere...
Fotoğraflar için:
Facebook.com/mehlikababaogluInstagram: mehlikababaoglu
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder