Gezmeyi seven, seyahatten
beslenen, seyahatle öğrenen birinin pandemide (önceden planlanmamış şekilde)
durması değişik bir tecrübe oldu. Hem iş hem tatil amaçlı, çok seyahatli bir
hayattan evin m2’leri arasında gezer hale gelmek çok iyi geldi bana. Bolca
kitap okumak, merak ettiğim dizi/filmleri evde telaş etmeden büyük ekranda
izlemek, mahallede yaşından dolayı kısıtlamalardan etkilenenlere yardımcı
olabilmek, aile ile vakit geçirmek, düzenli spor yapmak, Ispanyolca öğrenmeye
devam etmek, nerdeyse tamamı arabayla seyahatler yapmak (2.5 yılda sadece 3
kere havalanına gittim, vay be!), teknede rüzgarın gücüyle savrulmak güzel oldu,
yeni hisler tattırdı. Anne ve babama her ihtiyaç duyduklarında destek
verebilmek için katı izolasyon tebdirleri uyguladığım için de sosyal iletişimim
nerdeyse tamamen online şekle evrildi. Ve tabii herkes gibi ben de hayatımda
neler olduğu gibi kalsın, neler değişsin listeleri yaptım, içkimi yudumlarken
bu konuda bolca kağıt karaladım. Uzun pandeminin ardından kişisel olarak
söyleyebileceğim dinlendim, öğrendim, sakinleştim, ve bu sürecin sonunda
(inşallah sonu gelmiştir) daha mutlu ve huzurluyum.
(Bir de sanırım çocuklara
kesişen kümeleri anlatmak için sorulan hala Lost izlememiş VE Korona virüsü
kapmamış kaç kişi vardır bu dünyada sorusunun kesişen alanındaki kişilerden
biri olduğum için de kendimi şanslı hissediyorum. Şanslı azınlık 😊)
Ama tabii yollara benzettiğim damarlarımı kesseniz
seyahat akacağından durma zamanında yeni rotalar için plan yapmadım dersem
burnum uzar. Pandemide 50. yaşımı kutladım. Mumları üflerken kendime
fısıldadım: İlk 50 güzeldi be ya, ikinci yarı için yeni bir ülkeye, eve, hayata
ne dersin?
Her şey işte bu fısıltıyla
başladı. Kalbim pır pır etti, uçtu; Avrupa’nın en doğusundan en batısına. 1 ay
dolmak üzere, artık Avrupa’nın en batı ülkesinde yeni evimde Lisbon’dayım. 😊
Niye Portekiz sorusunun
cevabıyla başlayayım ‘Batı Yakası Hikayesi’ne: Bilenler biliyor, 4-5 senedir
İspanyolca öğreniyorum. İspanyolca büyülü bir dil; İspanya ve Latino kültürünü,
yemeklerini, sanatının her dalını, doğasını, insanını, müziğini kendi dilinde
öğrenmek, yaşamak da keyifli. Aslında ilk başta hedefim İspanya’ya yerleşmek ve
bir süre orda yaşamak idi, ama vize şartları ile ilgili bilgi toplarken
farkettim ki Portekiz’in sunduğu D7 vizesi benim için çok ideal. Bir de
düşündüm, yeğenim Mira'nın Geziperest diye tanımladığı ben kaşiflerin, gezginlerin
ülkesinde yaşamayacağım da nerde yaşayacağım? 😊 E, dedim, 1 vizeyle 2 komşu ülkeyi keşfedebilmek
mümkün, hadi!
Portekiz’e D7 vizesi ile
geldim. D7 vizesi nedir, kimler, nasıl yararlanabilir, süreç nasıl işliyor, ayrı
bir yazı ile detaylı anlatacağım. Özetle, emekli olmuş ve pasif geliri (kira
ve/veya faiz geliri, emekli maaşı vs) Portekiz’in asagari ücretine denk gelen
(2022 yılına göre) aylık en az 705 Euro olan ve ülkede yılın 8 ayını geçirmeye
hevesli olanlar için oturum izni veren bir vize türü. D7’nin inanç ve kazanç
şekline göre farklı çeşitleri de var ama dediğim gibi süreci ve detayları başka
bir yazıyla anlatacağım. Yine de acil bilgiye ihtiyacı olan haber etsin.
Şimdi reklam arası; biraz
Lisbon ve Portekiz hakında ansiklopedik bilgi serpiştirelim:
Portekiz Avrupa kıtasının
en batısı. Burda Cumhuriyet Bayramı 5 Ekim’de kutlanıyor, o gün resmi tatil.
Tarih boyunca Fenikeliler, Yunanlılar, Germenler ve Endülüs Emevilerini
barındırmış topraklarında. Ve tabii bu yaşamlar yolları, binalari, mimariyi
bugün de görülecek/yaşanacak şekilde etkilemiş. Henüz tarih 1400lü yılları
göstermeden Keşifler Çağı bu topraklardan başlamış. Cumhuriyet ilanına kadar
kimi zaman başka toplumlarla işbirlikteliği yaparak kimi zaman da çıkar
çatışması yaşayarak dünya genelinde geniş bir alana yayılmış Portekiz
hakimiyeti. Sonra toprak kayıpları ile küçülmeler, diktatörlük ve monarşik yönetimler,
sonrasında bu yönetimlere tepkiler sonucu Cumhuriyet ilan edilmiş. Yakın
tarihinde en büyük çatışma (hatta savaş) İspanya ile. Günümüzde her ne kadar devletler
bazında dostane ilişkiler pürüzsüz bir şekilde devam etse de iki ülkenin
insanları birbirine takılmadan edemiyor. Bu tür sohbetlere denk geldiğimde
yapmayın siz kardeşsiniz diyorum. Azmettim, daha çok sevmelerini sağlıcam
birbirlerini 😊 Boşuna mı geldik buraya?
Ülkenin nüfusu 10 milyonun biraz üstünde, yani sırf İstanbul’dan 2 Portekiz
yaratırız alimallah. Atlas Okyanusu ile İspanya arasında ince uzun bir Akdeniz
ülkesi. Lisbon (erken Ortaçağ’dan beri) hem başkent hem de en büyük şehir,
nüfusu yarım milyon civarında. Geçen ay 1 daha arttı sayı, sayemde 😊
Şehri, okyanusa açılan Tejo Nehri ikiye bölüyor, bir haliç yaratmış nehir.
Ama küçük harflerle yazmak haksızlık, NEHİR. İlk gördüğümde deniz sandım. Öyle
geniş kocaman ve masmavi. Burdaki evim nehri görüyor, her sabah gündoğumu ve
her akşam günbatımı renklerine bakmaktan kendimi alamıyorum.
Nüfusun büyük bir bölümü
ana dil Portekizcenin yanısıra İngilizceyi de gayet iyi konuşuyor. Ben şimdilik
İngilizce ile iletişim kuruyorum, İspanyolca bilmem hem avantaj hem değil.
Yazılanları anlamamda çok yardımı olurken telafuz ederken dilimi İspanyolcaya
kayıyor ve ayıp ediyorum. Ama azmettim, Portekizceyi de öğreneceğim. (Aramızda
kalsın, İspanyolcayı daha çok seveceğim bence) Bu arada, Portekizlilerle ülkede
yaşayan Brezilyalılar arasında da tatlı sert bir atışma var, iki taraf da iddia
ediyor ki kendi Portekizceleri en doğrusu, en güzeli. Ben bi öğreneyim de dili sonra
taraf tutucam, şu an tarafsız azınlık olmanın keyfini sürmekteyim 😊
Siyah beyaz taşlarla mozaik şeklinde işlenmiş kaldırımlar şehrin/ülkenin alametifarikalarından, sokaklar sanat eseri gibi döşenmiş. Ve tabi binaların üstündeki rengarenk, şahane çiniler de. Her gün tamam artık kesin bütüm desenleri gördüm diyorum, her yeni girdiğim sokakta mutlaka bir başka desen/renk buluyorum.
Ve Fado müziği, nata pastası, okyanus sahilleri, şarapları, şarap mantarcılığı, 25 Nisan Köprüsü, yerel lezzet Bacalau’ları ve sardalya başta olmak üzere balık çeşitleri/deniz ürünleri, efsanelere konu olmuş kuzgun sembolü, farklı dinamikleri olan semtleri, 7 tepeli bir bölgeye kurulduğundan yokuşları ve dahi inişleri (inerken sevinemiyorsunuz, ya bir daha çıkmak gerekirse diye 😊), yardımsever ve mutlu insanları, katedralleri, efsaneleri, art nouveau yapıları...
Anladığınız üzere Lisbon’u
tek bir yazıyla anlatmak haksızlık olacak. Bu yazıya koyduklarım şehri,
sokaklarını, insanlarını, yemeklerini, doğasını, kültürünü, farklı bölgelerini
detaylı öğrenmeye merak uyandırır umarım, ilk defa bir şehri ince ince, detay
detay, sakin sakin anlatasım var. Ne de olsa artık burdayız, her gün yeni bir şeyler keşfetmem
ve paylaşmak istemem çok olası.
Evet, ülke ve şehirle
ilgili reklam kuşağımız bitti, dönelim kişisel maceramızın başlangıcına:
Portekiz’e taşınma fikri oluşunca önce işini iyi bilen, güvenilir bir danışman bulmak istedim. Muhan Hocam (Soysal) ışıklarda uyusun. Bana sağladığı zincire bakın: Muhan Hoca kitabını okuyan bir ODTÜlü (sevgili Emre) ile sosyal medyada aylar önce tanışmış, yazışmıştık. Bu sohbet sırasında İspanya’da Türk-Ispanyol İş İnsanları Derneğine üye olduğundan bahsetmesi, benim ona İspanya için önereceği bir danışman var mı diye sormam, akabinde verdiği ismin bana Portekiz’de yaşayan ve emlak danışmanlığı yapan arkadaşını önermesi ile Maria ile tanışmam. Başınız döndü di mi? Durun daha bitmedi. Maria’nın Türkiye’de 8 yıl yaşamış olmasına ne dersiniz? Ben daha gelip şehrin hangi bölgesinde yaşamak isterim diye incelemeden o benim Istanbul’da yaşadığım yeri bildiğinden nerelerde oturmak isteyeceğime dair bir fikir yürütmüştü bile. Anlayacağınız, kader ağlarını çoktan örmüş, bize Fado dinleyip şarap içmesi kalmış. Fado demişken, güzel, içli müzik de çok uzun dinleyince depresyona sebep olabilir diye uyarı yazmak lazım dinleyenlere. Müslüm Baba kültürüne alışık biri olarak Fado dozunda güzel diyorum. Listen responsively!
İlk Mayıs başında geldim
Lisbon’a. Ev kiralamam, vergi numarası almam ve banka hesabı açmam gerekiyordu.
Önceden kiralık evlerin olduğu birkaç siteye bakarak birkaç evi gözüme
kestirdim. Türkiye’de bu işleri 3 günde halledebilirim, hadi dedim başka ülkede
olsun bu süre 1 hafta. Birkaç gün de gezme payı koydum, 11 günlük bir seyahat
planladım. Bu arada, kader ağları örerken bayağı desen çalışmış, Madrid
Konsolosluğunda görevli arkadaşım Ersel beni Lisbon Büyükelçilinde görevli,
sevdiği ve güvendiği arkadaşı Eda’yla tanıştırdı. Eda’nın işi kültür elçiliği; kesinlikle
kalbi ve kişiliğine en uygun işi seçmiş. Sağolsun ülkeye ayaka bastığım an
itibariyle benimle ilgilenmeye başladı. Hani ilk görüşte tutunduk birbirimize.
Okul hayatının bir bölümünü de Portekiz’de geçirdiği için ülkeyi sevmesi, detay
detay bilmesi, ve onca yoğunluğuna rağmen bana inanılmaz işime yarayacak
ipuçları vermesi, ülkeyi, şehri, sistemi, yemekleri öğretmesi ilk seyahatimde
beni nasıl güvende ve şanslı hissettirdi, anlatmam mümkün değil.
Bildiği detaylardan biri
de burda insanların ne kadar sakin, yavaş olduğu ve işlerin benim alışık
olduğumdan çok daha uzun zaman aldığı idi(uzuuuuuuun diye okuyun 😊).
Moralimi bozmadan ısrarla 10 günde ev bulamazsam sorun etmemem gerektiğini
kibar bir şekilde söyleyip duruyordu, bense, bilmiyorum ya insanlar ve sistem ne
kadar yavaş, sürekli hatırlatmasını iş yoğunluğundan daha önce söylediğini unuttu herhalde diye yorumluyorum içimden.
Lisbon’a geldiğimin
ertesi günü Maria ile National Art Museum’un bahçesinde buluştuk. Lisbon’u
detaylı anlatırken bu müzeden, konumu ve bahçesinden yeniden bahsedeceğim ama
şehri sevmek için çok doğru bir buluşma mekanı olduğunu söyleyeyim şimdilik.
Maria ile sohbet ederken bir gün sonraya ayarlanmış 2 kiralık ev ziyareti
dışında elimizde şimdilik başka bir alternatif olmadığını öğrenmek biraz tedirgin
etti beni. Neyse canım daha çok günümüz var diye düşünüp rahatlattım hemen
kendimi. Ertesi sabah ilk alternatif evi görmek için emlakçı Jorge ile
buluşacağım. (Şu an size o evden yazıyorum bu arada.) Evet, ilk gördüğüm ev
inanılmaz hoşuma gitti. Hatta - şanslıyım ve kader ağlarını örmüş ya- evi henüz
kiralık ilanı verilmeden gördük, akabinde diğer alternatifi de görünce aslında
başka bir ev görmeme gerek kalmadığını düşündüm ve eve tamam dedim. Tabii, ev
sahibi ile ödeme şekli ve deposito sayısı hakkında bir miktar pazarlık süreci
yaşadık ama işte bingo, ev işi tamam! Aynı gün vergi numaram da alındı. Bunları
söylediğim halde Eda beni hala uyarıp duruyor, burda işler bu kadar hızlı olmaz
diye. Ben de oldu işte, neyi kaçırıyorum acaba diye Eda’yı sorguluyorum 😊
Tabii Eda’nın ne demek
istediğini kira sözleşmesini beklerlen anladım. Türkiye’de evi beğendin mi,
fiyat ve şartlarda anlaşatın mı tamamdır, sözleşme 10 dakika içinde imzalanır.
Burda 2 gün, 3 gün, 4 gün oldu bekliyoruz ki sözleşme gelecek. Bende uyku
kalmadı. Ay dayanamayacağım, tekrar soracağım diye sürekli Maria’ya yazıyorum,
bir terslik mi var, başka ev de bakmıyoruz, vakit mi kaybediyoruz vs vs. Maria
gayet sakin burası Portekiz, sakin ol, sözleşme çeviride, avukatlar inceliyor
diyor sürekli. Tamam ilk gün bu açıklama beni rahatlatıyordu da 3. gün olup
hala aynı noktada olunca sorma sıklığım 2 saatte bir olmaya başladı. Doğum
öncesi sancıları misali. Neyse, 4. gün sözleşme geldi (hala anlamış değilim,
standart sözleşme niye 4 gün sürdü hazır olması diye), Maria okudu tamam dedi.
Ertesi gün imzaladık (imza günü bankadaki aksaklıktan dolayı yaşadığım heyecanı
anca içki masasında anlatabilirim, hala hatırladıkça içimde kelebekler uçuşuyor
😊)
Şunu da öğrendim bu
süreçte: Evet burda işler yavaş yol alıyor, ama biri size söz verdiyse, söz
ağızdan çıktıysa tamamdır, insanlar sözünün arkasında duruyor.
İmzalı sözleşme bir
elimde, evin anahtarları diğer elimde hemen Eda’yı aradım. Akşam iş çıkışı
kutlamaya gidiyoruz diye. Gel gör ki Eda inanmıyor. Olmaz diyor, bu kadar kısa
sürede o-la-maz. Eda diyorum, oldu işte, gel istersen eve gidelim anahtar
kapıları açıyor mu bir dene! 😊 Portekizliler yavaşlıkları ile meşhur olabilirler
ama biz Türkler de takipçiyizdir, bi işi kafaya koyarsak bitiririz. Yani
sanırım bizim biraz rahat ve sakin ve yavaşlamayı öğrenmemiz onların da biraz
hızlanması daha iyi olacak. Çünkü yavaşlığın verdiği rehavetle hata da çok yapıyorlar. Maria telekom şirketine elektronik posta adresimi doğru yazmaları için kaç kere telefon açtı, artık hatırlamıyorum. İki ülke arasında bu konuda elçilik yapmayı da kendime
görev edindim. Sakin Ol-101 dersine öğrenci olarak katılıp Harekete Geç-101
dersinde misafir eğitmenlik yapacağım. Koşmayalım ama yürüyenlere de engel
olmayalım, durmayalım, di mi ama?
Banka hesabı açılırken
yaşadıklarımız, Ankara’da konsolosluktan randevu alma süreci, oturum izni için
her şey hazır olduğu halde 6 ay daha bekleme gereklliliği vs vs tüm detayları D7
vize sürecini yazarken anlatacağım. ( Henüz daha oturum kartımı almadım, biraz
daha deneyim biriksin diye de bekliyorum.) Bazen anlatılmaz yaşanır diyesim de geliyor
ama!
Neyse, sonuçta 2022
yılının 21 Eylül’ünde D7 vizemle ülkeye, yeni evim Lisbon’a ayak bastım. 1 ay
göz açıp kapayıncaya kadar geçti. Şunu itiraf etmeliyim: Bunca yıl 50’den fazla
ülkeye gerek iş gerek tatil amaçlı seyahat ettim, öncesi/sırası/sonrası yapılan
tüm hazırlıkları hafuzadan yaptığımı düşünürdüm, ama başka bir ülkeye taşınmak
başka bir telaş imiş.
Normalde havaalanına giderken ya transfere ya taksiye
atlar giderim, ama eşyam çok olmamasına rağmen kardeşimin beni alana
bırakmasını istedim. Sağolsun gece yarısı geldi beni aldı. Yeni bi hayata giderken
kardeşimin bu desteğine ihtiyacım olmuş, ne kıymetli idi beni bırakması alana,
bi bilseniz! Düşünün ki bunca yıl seyahat için evden çıkarken evle ilgili her
kontrolü otomatik yapan ve bugüne kadar hiçbir şeyi unutmayan ben defalarca
kontrol ettiğim(i düşündüğüm) halde banyonun ışıklarını açık unutmuşum. Kardeşim
arkamdan gidip kapattı. Arkanızı toplayan kardeşiniz varsa yeni maceralara daha
hevesli çıkıyorsunuz.
Şehre geldiğim ilk günün akşamı Türk büyükelçiliğinde bir konser için davetiyesi olduğunu söyledi Maria. Yorgun olur musun ki dedi, aaa dedim, olsam ne olacak, gelirim. Hatta kendim gelirim. Nasılsa yerini biliyorum elçiliğin, Eda göstermişti. Ayrıca İstanbul’la karşılatırınca küçük bir şehir burası, bulurum diye hırs yaptım sanırım. Şehirden indik biz köye, kaybolmak niye?
Cais do Sodre merkez
istasyonuna gittim, daha ben istemeden halimden yardıma ihtiyacım olduğunu
anlayan birinin yardımıyla Belem için bilet aldım. Tek yön ve Zone 1 bileti,
1.85 Euro ödedim. Bindim Cascais trenine, baktım Belem 3. durak. Dışarıyı
seyrederek giderken Belem istasyonunun önünden durmadan geçtiğimizi görünce
nasıl bir çığlık attıysam herkes bana baktı! Sordum, meğerse bazı trenler
express imiş, her durakta durmazmış. Bu tren Belem’den sonraki durakta
duracakmış. Neyse, indim bir sonraki durakta. Ama hala hallederim n’olcak
modundayım ya, ters yöne giden trene binerim, Belem’de inerim diye düşündüm.
Çocuk oyuncağı! Bindim de. Tam kendime aferim derken biletleri kontrol eden
kişi yanıma geldi, buyrun dedim biletimi gösterdim gururla. Demesin mi bu bilet
Zone 1 için geçerli sadece, oysa biz
Belem’i geçince Zone 1’i de geçmişiz. Ve ayrıca bilet tek yön. Bu bilet ise şu an
ters yön! Biletim haddini feci aşmış! Bugün şehirde ilk günüm, vallahi suçum yok
diye dert anlatmaya çalışırken görevli sakin ve mutlu bir şekilde bana sorun
yok dedi. Hatta Belem’de inince konser alanına nasıl gidebileceğimi de anlattı.
O kadar telaş ve stresi boşuna yaşadım! Sakin Ol-101 dersi teoriği kolay
uygulaması biraz kazık olacak bana, onca yılın alışkanlığı var. Yıldızlı pekiyi alıp da geçmeyen
ne olsun!
Şu an günlerim sistemi
öğrenerek ve şehrin sokaklarında kaybolarak geçiyor. Kendimi labirent şeklinde
bir define sandığına bırakılmış gibi hissediyorum. Her sokakta başka tatlar,
yaşanmışlıklar, renkler keşfediyorum. Eski ve yeni içiçe. Kayboldukça yeni
şeyler buluyorum. Sanırım sokalardaki hikayeler de beni durultuyor. Ne
yapıyorsam sakin sakin hakkını vererek yapıyorum. Uzun zamandır, yazı
yazamıyordum, yazmaya başladım. Doğru yerde olduğumun işareti diye
yorumluyorum.
Geleli nerdeyse 4 hafta
oldu, her gün yürüyorum başka bir bölgeyi keşfediyorum, şehrin parçaları
birleşmeye de başladı, yön duygum oluştu. Navigasyondan yardım alma oranım %95
azaldı.
Gelirken birkaç kutu
lokum atmıştım valizime. Bir kutuyu üst komşuya verdim, hoşbuldum hediyesi
diye. Benim için komşuluk önemli, evi ve yaşadığım yeri sahiplenmem için.
(buraya gelirken ailem kadar İstanbul’daki komşularıma veda etmek de zor
geldi, öyle kıymetli) Alt ve üst katımda
biri Arjantinli diğeri Portekiz-İspanyol ortak yapımı 2 çift yaşıyor. Şimdiden keyifli
bir iletişim kurduk, hatta bana hoşgeldin hediyesi getirdiler.
Evde ilk yemeği Maria’ya
yapmak istemiştim, konuşurken karnıyarık özlediğini söylemişti. Ona sürpriz
yapayım istedim. Ama burda sebzeler ve meyveler büyük hep. (Latin Amerika’dan
tropik meyveler de geliyor, çok güzel tatları.) Patlıcanlar şişman. Of olmaz ki
bunlardan diye düşürken bir tadına bakayım istedim. Evet, sebzelerin boyutları
büyük ama şahane lezzetliler. Şişko patlıcanı kalın dilimler halinde kestim,
karnıyarığımı yaptım. Vallahi çok leziz oldu, Maria kalanları aldı eve, eşine
götürdü. Tamamdır, artık burdaki ev de yuva oldu 😊
İnsanlar mutlu, iyi niyetli ve yardımcı. Eve internet bağlaması için NOS firmasını beklerken karşı restoran bana internet şifresini verdi, lazım olur, onlar gelinceye kadar kullanın diye. Dedim ya, bizim mahalle oldu burası. Şu anki evim şehrin eski yerleşim yerlerinden Alfama’da, turistik bir bölge burası. Turistler bizim bina da dahil olmak üzere tepeden nehir manzarasını ve binaların çinilerini, sokakları fotoğraflıyor, geziyor. Bina kapısını açmak için anahtarı kilide her soktuğumda onlar turist diyorum içimden, yazık birkaç gün gezip gidecekler; oysa ben buralıyım ve şanslıyım 😊
Hani dedim ya kısa süreli
seyahate gitmekle bir yere taşınmak başka telaşlarmış diye. Her ne kadar isteyerek
geldiysem ve şimdiye kadar her şey yolunda gittiyse ve mutluysam da yine de
demek ki farkında olmadan heyecan ve stres yapmışım. Ikinci hafta dudağımda
kocaman bir uçukla uyandım. Hayatımda ilk defa! Eczaneden gidip ilaç alsam
diye düşünüp uçuk Portekizce nasıl denir ki diye bakarken aklıma geldi: Buraya
gelirken tıp doktoru olan ablam bana bir ilaç kutusu vermişti. Abla demiştim,
bu ne! Ben hayatım boyunca bu kadar ilaç kullanmadım. İtiraz ettim taşımaya,
koy dedi çantana, yerin var, zarar gelmez. Kutunun içine bir baktım. Uçuk için
de ilaç koymuş ablam. Hatta bir kağıt yazmış, hangi ilaç nedir ne işe yarar,
nasıl kullanılır diye. O an dedim ki insanın ablası olsun hayatta, sırtı yere
gelmez!
Şehrin alametifarikalarından
biri de sarı tramvaylar. Turistler bayılıyor 😊 Benim evimin önünde de tramvay yolu var, turistik
28 numaralı tramvay geçiyor. Geçen sokağa bakarak içkimi yudumlarken bir anda
tramvayın enerji aldığı tellerinden birinin yerinden çıktığını gördüm. Yani bir
anda deponuzda bir damla bile benzin kalmadığını düşünün, o hesap. Kaldınız mı
yolda! En yakın benzin istasyonu nerde diye kara kara düşünürsünüz. Oysa
tramvay öyle mi? Sakin ve yavaş hareket eden tramvay soförü indi tramvaydan,
teli aldı yerine taktı, hop oldu bitti işte! Depo doldu, seyre devam 😊
Her gün bir şeyler
keşfediyorum, öğreniyorum ya şimdi sırada kendime bir dil kursu bulmak, aylık
toplu taşıma kartı çıkarmak var. Bu sene Lisbon’u yaşarken ülkenin diğer
kısımlarını da görmek hedefim.
Bir ülkeyi sevmek, uzun
süre yaşayınca mutlu olacağını görmek için 4 mevsim denemek lazım. Sonbahar
güzel başladı, bakalım diğer ay ve mevsimler neler hissetirecek. Batı Yakası
Hikayesi bize neler anlatacak. Birlikte göreceğiz.
Şimdilik:
Her sabah kahvemi, ilk
gördüğümde deniz sandığım, Tejo Nehri’ne bakarak içiyorum ve diyorum ki: Iyi ki
geldim, Lisbon bana iyi geldin.
18 Ekim 2022
Lisbon
Hoşgeldin Lizbon’a,yolun açık, şansın bol olsun🌺
YanıtlaSilYazini okurken Belcikaya tasindigim zamani hatirladim, TRden gelmenin sudan cikmis balikligi, TRde gunluk hayatta o kadar travmaya ugramisiz ve alertteyiz ki, aslinda normal olan sakinlik bize degisik geliyor. Zamanla alisiyorsun ve aslinda oranin yerli halkindan daha da iyi bir konumda oluyorsun, cunku en kotusunu gormussun. Neyse, Yeniden hayirli olsun Mehlikacim. Sevgiler Nese
YanıtlaSilBayıldım yazdıklarına da seçtiğin maceraya da herşey gönlünce olsun Feyza
YanıtlaSilMehlika hanım merhaba:) Yeni yaşam yerinizi merakla okumaya başladım 🍀bol şans diliyorum. siz keşif yaparken ordaymış gibi hissettim 😊
YanıtlaSil